15 Aralık 2014 Pazartesi

ARTIK HER ŞEY MÜMKÜNDÜR!

 

Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.

Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.

Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.

Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.

-Rahip Martin Niemöller-

 

Beklenen oldu… Birkaç gündür Twitter âleminde Fuat Avni imzasıyla duyurulan “operasyon” gerçekleşti; 14 Aralık 2014 sabahı, cemaatine yakın medya organlarının yöneticileri, kimi gazeteciler, eski emniyet mensupları, Erdoğan’ın “Bunlar peygamberimizi miraçtan indirip kamyona koyacak kadar ahlaksız bunlar. Bu millet bunlara asla geçit vermeyecek, fırsat sunmayacak" diye tepki gösterdiği dizinin senarist ve yapımcıları gözaltına alındı…

Hâkim İslâm Çiçek’in imzasını taşıyan karardaki suçlamalar şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğini ele geçirmek amacıyla baskı, yıldırma ve tehdit yöntemlerini kullanarak örgütsel yapı oluşturarak bu yapılanma altında iftira, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, belgede sahtecilik”.

Bir zamanlar AKP iktidarıyla iç içe olan ve hem adalet, hem de emniyet teşkilatları içerisinde -yine bizzat AKP iktidarının koşulsuz teşviki ve desteğiyle- önemli mevziler kazanmış olan Gülen Cemaati’nin KCK Operasyonları başta olmak üzere, Devrimci Karargâh, Ergenekon, emniyetin yeniden dirilttiği, “THKP-C” davaları, Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanması, basılmamış kitapların toplatılması… gibi “operasyon”ların mimarı olduğunu unutmadık.

Fakat durumun, “yesinler birbirini” diye geçiştirilemeyecek bir yönü var:

Erdoğan Rejimi, “koynunda beslediği yılan”ı boğarken, korkunç bir iktidar tarzının “yol”unu döşüyor. Beğenmediği, onaylamadığı, kendisine muhalefet eden medya organlarını keyfî, uyduruk gerekçelerle sindirip, ardından kendi denetimi altına almak istiyor.

Bugün Samanyolu TV’ye,  Zaman gazetesine yapılan harekâtın, yarın AKP’ye biat etmeyen diğer yayın organlarına öbür gün muhalefet partilerine, AKP’ye muhalif örgütlere, kişilere yöneleceği apaçık ortaya çıktı. 

Erdoğan Rejimi otoriterlikten totaliterliğe yürüyor. 

Özetle, bu artık bir kaos ortamıdır; bundan sonra her şey mümkündür!

 

 

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ

ABUT CAN

ADİL OKAY

ADNAN GENÇ

Ahmet İsvan İstanbul eski Bld. Bşk.

Akın Atauz – şehir plancısı

Arzu Yılmaz - araştırmacı

ATTİLA TUYGAN

Aydın Engin gazeteci

AYDIN ÖRDEK

Ayhan Aktar (öğretim üyesi)

AZİZ TUNÇ

Baskın Oran (e. öğretim üyesi)

Başak Atay – avukat

Boro Vişne
 
Bülent Küçükaslan

BÜLENT TEKİN

CELAL İNAL

Daron Acemoğlu (öğretim üyesi)

DOĞAN ÖZGÜDEN

Erdal Doğan

Ergin Şehirli (yazılım uzmanı)

ERKAN METİN

ERTUĞRUL GÜMÜŞ

FAİZ CEBİROĞLU

FATİME AKALIN

Feyhan Oran

FİKRET BAŞKAYA

GÜL GÖKBULUT

Haik Misakyan – mühendis

HALDUN AÇIKSÖZLÜ

Halil Poyraz – turizmci

İBRAHİM SEVEN

İNCİ TUĞSAVUL

İSMAİL BEŞİKÇİ

Kadir Öztürk – gıda mühendisi

Kumru Toktamış

LEYLA POYRAZ

MAHBUB KILIÇ

MAHMUT KONUK

Murat Utkucu - yazar

Mustafa Elveren – gomanweb.org editörü

MUZAFFER ERDOĞDU

NADYA UYGUN

NALAN TEMELTAŞ

NECATİ ABAY

NİVART BAKIRCIOĞLU

Nurhan Becidyan (mühendis)

Nurhan İsvan

OKTAY ETİMAN

PINAR ÖMEROĞLU

RAMAZAN GEZGİN

RECEP MARAŞLI

RÜSTEM AYRAL

SAİT ÇETİNOĞLU

SAMİM AKGÖNÜL (Öğretim Üyesi)

SENNUR BAYBUĞA

SERDAR KOÇMAN

SERHAT KARABEYOĞLU

Sibel Özbudun (öğretim üyesi)

TAMER ÇİLİNGİR

Temel Demirer

Temel İskit – e. büyükelçi

TÜRKAN BALABAN

Yakup İçgören – emekli

YALÇIN ERGÜNDOĞAN

Yasemin Demir – öğretmen

YÜCEL DEMİRER

Ümit Kurt
 
Ferdan Ergut
 
Raffi Hermon Araks
 
Zehra Kabasakal Arat

 
 


Destek için İmza Formu



        

ANTİ-SEMİTİZME VE SİYONİZME HAYIR!





Anımsanacaktır; Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (ADÖG), 26 Kasım 2014 tarihinde Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in kentte restorasyonu gerçekleştirilen sinagoga konusundaki, buram buram ırkçılık ve anti-Semitizm kokan sözlerini protesto eden bir bildiri yayınlamış, metinde anti-Siyonizm ile anti-Semitizm arasındaki fark da vurgulamıştı.

Bildiri üzerinden birkaç gün geçti ki, bu bildiriyi ve imzacılarını “anti-Semitizm yapmakla” suçlayan bir metin dolaşıma girdi sosyal medyada. “S.O.S. Antisemitizm!” başlığını ve Almanya Frankfurt / Main kentinde faaliyet gösterdiği anlaşılan “Soykırım Karşıtları Derneği”nin imzasını taşıyan metinde, “bu güne kadar antifaşist, anti ırkçı, cephede bildiğimiz solcu devrimci demokrat geçmişinde ağır bedeller ödemiş, ezilen halklar meselesine özellikle de soykırım mağduru halklar meselesine duyarlılıkları ile” tanınan “aydınların, antisemitizme karşı tavır adına kendilerinin antisemit pozisyona düşmeleri”nden metni kaleme alan kişilerin (böyle diyorum, çünkü metinde imza yerine sadece derneğin adı yer alıyor) “büyük bir hayal kırıklığına” uğradığı belirtilip, “antisemit klişeler üzerinden antisemitizme karşı mücadelenin imkânsız olduğu” söyleniyor.
Ardından da, bildiri imzacılarının “antisemit klişeler”ine değgin argümanlar sıralanıyor. Özetle:
1) “Siyonist İsrail devleti” kavramının, global anti-Semitizmin, Yahudi halkının Filistin’de devlet olarak var olma hakkına karşı icat ettiği anti-Semit bir klişe olduğu… Oysa İsrail devletinin yüzlerce yıldır zulme ve sürgünlere uğramış Yahudi halkının kendi yurdu üzerinde, BM’nin de onayı ile kurduğu meşru bir devlet olduğu…
2) Anti-Siyonizmin, günümüzde “her türden Yahudi düşmanlığının içinde yer aldığı, İsrail’e ve Yahudi halkına karşı yönelen dezenformasyonların, iftiraların komplo teorilerinin kılıfı” olduğu… Anti-Siyonist olmanın “Kürtlerle dost, ama PKK’ye karşı olmak”, ya da Ermenileri sevdiğini söyleyip de “Ermeni terörü”nden söz etmekle aynı kapıya çıktığı…
3) İsrail devletinin bünyesinde “İsrail devletinin meşruluğunu kabul etmeleri” koşuluyla Arapların ve Müslüman ya da Hıristiyan başka toplulukların da yaşadığı, Arapça’nın İbranice yanında resmi dil statüsünde olduğu…
4) Türkiyeli sosyalistlerin, devrimcilerin anti-Semitizminin kökeninde, 1960’lı yıllarda Filistin Kurtuluş hareketiyle kurduğu dostça ilişkilerin yattığı, bu “yapısal anti-Semit duruşla” yüzleşmeden Türkiye solunun “ne soykırım mağduru halklar meselesine ne de genel anlamda ezilen halklar meselesine tutarlı bir duruş göstermesinin mümkün olmadığı...
Derler ya, neresinden tutmalı…
Bir kere “Siyonizm” kavramı, “anti-Semit bir klişe olmak” bir yana, İsrail devletinin, kuruluşundan bu yana en yetkili kişilerince benimsenen “yarı-resmî” ideolojisidir. Gelin, bunu göstermek için en “tartışılmayacak” kaynaklara müracaat edelim.
Örneğin, Sanal Yahudi Kütüphanesi (Jewish Virtual Library) “Siyonizm”i şöyle tanımlıyor:
“… ‘Siyonizm terimi, 1890’da (Milliyetçi Yahudi Öğrencileri Hareketi Kadimah’nın kurucusu Avusturya yurttaşı b.n.) Nathan Birnbaum tarafından imal edilmiştir. Genel tanımı Yahudi halkının anayurtlarına dönüşünü sağlamaya ve İsrail topraklarında Yahudi egemenliğinin tesisine yönelik ulusal hareket anlamına gelir. İsrail devletinin 1848’deki kuruluşundan itibaren Siyonizm, İsrail Devleti’nin gelişmesi ve İsrail’deki Yahudi ulusunun İsrail Savunma Kuvvetleri desteğiyle korunması anlamını yüklenmiştir. Ortaya çıktığı andan itibaren Siyonizm hem somut hem de tinsel hedefleri savunmuştur. Tüm kanaatlerden Yahudiler -sol, sağ, dinsel, seküler- Siyonist hareketi oluşturmuş ve onun hedefi doğrultusunda çaba göstermiştir.”[1]
Tanımın atladığı bir şey var: İsrail Devleti’nin kurulduğu toprakların boş araziler olmayıp, yüzlerce yıldır Filistinli Arapların yurdunu oluşturduğu… Ve “İsrail yurdu”nun, Balfour Bildirgesi’nden bu yana Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi kolonları ve izleyen yıllarda kurulan devletin bir dizi işgalle bu sınırları, yeni Arap topraklarını ilhak ederek genişlettiği, Filistinlileri ise kuşatılmış, çevrelerindeki çember her seferinde biraz daha daralan, periyodik katliamlar, yoksullaşma ve yoksunlaşmaya mahkûm kıldığı…
İsrail devletinin topraklarını işgal ettiği Filistinlileri “vatansızlaştırma” ve “paryalaştırma” girişimlerini sadece başlıklar hâlinde sıralamak, ciltler tutar… Yine de birkaç örnek vermeli… Unutmamak için:
-29 Eylül 1947 tarih ve 181 sayılı taksim kararı açıklandığında 219 köy, Hayfa, Taberiya, Safed ve Bisan’da 243 bin Filistinli yaşıyordu. 1948 Haziran’ına gelindiğinde 239 bin Filistinli tehcire tabi tutulmuş vatanlarından zorla uzaklaştırılmış, 180 köy tamamıyla tahliye edilmiştir. Safed, Taberiya ve Bisan şehirlerinde hiç Filistinli bırakılmamıştır…
-Taksim kararında Filistinlilere verilen bölgeden 122 bin Filistinli Siyonist yönetim tarafından tehcire tabi tutulmuştur. 70 köy tamamen yıkılmış Yafa ve Akka halkının tamamına yakını zorla yerlerinde uzaklaştırılmışlardır…
-31 Aralık 1947 tarihinde Siyonist yönetimin milisleri Beldetüş ‘Şeyh’a girmişler ve çocuk kadın demeden 600 Filistinliyi öldürmüşlerdir…
-3 Kasım 1956 tarihinde Hanyunus’da benzer bir katliamla 275 Filistinli’yi öldürmüşlerdir…
-5-7 Aralık 1967 tarihinde Kudüs’te 300 sivili, 16-18 Haziran 1982 tarihinde Beyrut’taki Sabra ve Şatilla kamplarında aralarında kadınların ve çocukların da bulunduğu 1500 Filistinli ve Lübnanlı sivili katletmişlerdir…
-25 Şubat 1994 günü el-Halil’de Harem-i İbrahim’i sabah namazında basıp namaz kılanların üzerine ateş açarak 50 kişiyi öldürmüşlerdir…
- 27 Aralık 2008 de başlayıp 18 Ocak 2009’a kadar devam eden ‘Dökme Kurşun’ saldırılarında 313’ü çocuk 116’sı kadın olmak üzere Gazze’de 1417 kişiyi katletmişlerdir…
Ve İsrail devleti Filistinlilerin topraklarını işgal, Filistinlileri, bastırma, etnik temizliğe tabi tutma ve mülksüzleştirme işlemlerini “Siyonist” ideolojiye dayanarak gerçekleştirmiştir, gerçekleştirmektedir. Hayır, “Siyonist İsrail”, “bir elinde Kur’an, bir elinde Kavgam olan” “İslâmcı faşistler”in bir icadı değil, İsrail’in kurucularının ve yöneticilerinin büyük bölümünün ideolojisi, idealidir.
Tam da bu nedenle 1975 Kasım’ında 3379 no.lu kararıyla Birleşmiş Milletler (BM), Siyonizmi “İnsanlık suçu olan ayrımcılık ve ırkçılık” olarak tanımlamıştır.
Dahası, gerek İsrail’de gerekse İsrail dışında Siyonizme karşı çıkan çok sayıda Yahudi vardır. Üstelik yalnızca Siyonist ideolojinin seküler ve milliyetçi söylemini eleştiren fanatik Yahudiler değil… Norman Finkelstein’dan Noam Chomsky’ye, Michael Neumann’dan Shlomo Sand’a, Ilan Pappé’den Uluslararası Anti-Siyonist Ağ’a çok sayıda İsrail’de ya da İsrail dışında yaşayan Yahudi aydın ve aktivist, kendilerini “anti-Siyonist” olarak tanımlayıp İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı vahşete karşı saygın bir mücadeleyi sürdürmektedir… Ve onlara göre anti-Siyonizmi anti-Semitizme eşitlemek, İsrail politikalarına karşı muhalefeti susturmanın bir yoludur
Anti-Siyonist olmayı “anti-PKK” ya da “anti-Ermeni” olmakla eşitleyen mugalataya gelince…
Ermeniler, Osmanlı topraklarında uygulanan etnik temizlik ve “sermayeyi Türkleştirme” politikaları doğrultusunda trajik bir soykırıma uğratıldılar. Cumhuriyet rejimi ise soykırım faillerini taltif edip Ermeni mülklerinin yağmalanmasını resmileştirerek bu politikaya sahip çıktı, sürdürdü… Bu tarihsel gerçeği “ama”sız, “fakat”sız kabul etmek, bizler için, Ermenileri sevmek ya da sevmemekten bağımsız olarak, sosyal bilinç ve vicdanımızın gereğidir.
Bir parantez açıp soralım: Açıklama yazar(lar)ının İsrail’in Ermeni soykırımını tanımamış olmasına bir diyecekleri var mıdır?
Benzer biçimde, Kuzey Kürdistan halkının varlık ve özgürlük mücadelesinin İsrail devleti ya da siyonizmle karşılaştırılması da demogojiden ibarettir. Kürtlerin özgürlük mücadelesi, Kürt toprakları üzerinde yaşayan herhangi bir kendiliğin ortadan kaldırılması ya da etkisizleştirilmesini, kuşatılmasını, mülksüzleştirilmesini öngörmekte değildir…
Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi bugüne dek olduğu gibi bugünden sonra da Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Ulusların ve Dillerin Tam Hak Eşitliği ve özgürlüğünden yana olmayı sürdürecektir.
Ama bunların İsrail devletinin Siyonist ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmakla ne alakası var?
Gelelim İsrail’in topraklarında Arapların da yaşayabildiğine/yaşadığına. Metin yazar(lar)ı, bu “lütfu” İsrail devleti açısından bir “yücegönüllülük” olarak görüyor olabilirler. Gelin o zaman bu ne menem bir “yücegönüllülük”tür, ona bakalım:
Örneğin İsrail’in 121 yahudi yerleşimiyle adım adım kolonize ettiği, gözetleme kulelerindeki deliklerden Filistinlilerin her kıpırtısının gözetim altında tutulduğu, 8 metre yükseklik ve 600 kilometre uzunluğundaki “utanç duvarı”yla ikiye bölünmüş, duvarın bir yanındaki Filistinli gençlerin yarısının işsiz, geri kalanın çoğunun boğaz tokluğuna, ayak işlerinde çalışmak üzere duvarın öte tarafına geçmek zorunda olduğu, Batı Şeria…[2]
Örneğin Noam Chomsky’nin, “Hapiste tek bir gece geçirmek bile dışsal bir gücün mutlak denetimi altında bulunmanın ne demek olduğu hakkında bir fikir edinmek için yeterlidir. Gazze’de, dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde hayatta kalmaya çalışmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya başlamak için burada bir gün geçirmek bile yeterli. Burada, dünyanın en yoğun nüfuslu bölgesinde bir buçuk milyon insan, tek amacı onları aşağılamak ve küçük düşürmek olan rasgele ve genellikle de vahşi bir teröre ve rasgele cezalandırmaya sürekli olarak maruz kalıyorlar. Bu terörün nihai amacı, Filistinlilerin makul bir geleceğe ilişkin umutlarını kırmayı ve haklarını temin etmek için diplomatik bir çözüm yolunda tüm dünyanın ezici çoğunluğunun desteğini boşa çıkarmayı garanti altına almak,”[3] sözleriyle betimlediği Gazze…
Ve örneğin, Netanyahu’nun başbakanlığı ile birlikte Yahudileştirme faaliyetlerine hız verilen, Filistinli sakinlerin konutlarının zoralıma tabi tutulduğu, sokakların, meydanların adları değiştirilen, bizatihi İsrail Yurttaşlık Hakları Derneği (ACRI) raporuna göre, Yahudi yerleşimcileri korumak üzere istihdam edilen özel milislerin Filistinlileri her an taciz ettiği, şikayete yeltenenlerin gözaltına alınıp dövüldüğü Doğu Kudüs…
İsrail Araplara kendi topraklarında yaşama “yücegönüllülüğü”nü gösteriyor, öyle mi?
Öyleyse hemen belirtelim, bu günlerde İsrailli siyasiler bu “yücegönüllülük”ten, yani toplumun “en altındakiler” olarak yaşattıkları, en parya işlerde çalıştırdıkları, sürekli olarak temel haklarından yoksun bırakmakla tehdit ettikleri bu “azınlıklardan” vaz geçerek, İsrail’i tümüyle bir “Yahudi devleti” ilan etme konusunda çalışıyorlar… Yazar(lar) İsrail hükümetinin 22 Kasım 2014 tarihinde “İsrail’i Yahudi halkının ulus devleti olarak tanımlayıp, Yahudi şeriatı Halakha’yı devletin hukukunun temel kaynakları arasında kabul eden” yasa tasarısını kabul ettiğinden habersiz mi?
Yukarıda belki ancak binde birini dile getirebildiğimiz vahşetten, insanlık suçlarından habersizler mi?
O hâlde?
O hâlde “Soykırım Karşıtları Derneği”nin, bütün akrabaları Naziler tarafından katledilen Amerikalı Yahudi aydın Norman Finkelstein’ın “Holokost Endüstrisi” diye tanımladığı düzeneğin bir parçası olduğunu ileri sürmemek için bir neden yok.
“Holokost endüstrisi” ne mi?
Yahudilere yapılanlar, insan olan herkesin malumu. Kimse bunu inkâr etmiyor. Norman Finkelstein, tabii ki bunu inkâr etmiyor. Ancak, karşı çıktığı/çıktığımız bir şey var: Holokost kullanılarak, Yahudi örgütlerinin palazlanmasıyla ABD ve İsrail’in politikalarının meşrulaştırılması…
Finkelstein’a göre, “Para kazanmak ve ünlü olmak için tek yapılması gereken, Yahudilerin nasıl ezildiğini yazmak, İsrail’in ve ABD’nin politikalarını savunmak”! Bu çok kolay bir görev. Herkes yapıyor. Konferans başına on binlerce dolar alanlar, kitapları raflardan inmeyenler, her televizyon programının baş konuğu olanlar, şarkıcılar, oyuncular...
ABD, sınırsız desteğiyle, “Holokost Endüstrisi”ni hem İsrail’in hem de kendi politikalarının meşrulaştırılması için kullanmakta bir an tereddüt etmiyor. Böylelikle de alan memnun, veren memnun ilişkisi temelinde bir “stratejik ortaklık” oluşuyor.
Yani “Holokost Endüstrisi”, ABD’nin siyasi ve askerî gücünü sık sık bir tehdit unsuru olarak kullanarak tüm dünyayı soymak için yollar ararken, ABD de Yahudilerin çektikleri çileleri istismar ederek, hem kendi vurgunlarını ve soykırımlarını gizliyor, hem de Ortadoğu’da at oynatmaya devam ediyor.
Finkelstein, ABD’nde Afrika ve Latin Amerika ülkelerindeki kanlı diktatörler eliyle gerçekleştirilen katliamlar hakkında tek satır yazı yazılmazken, nasıl olup da Holokost üzerine her gün yüzlerce makale yayımlandığını sorguluyor.
Çünkü O; “Holokost Endüstrisi”nin, İsrail ve ABD’nin dostu olanların istedikleri gibi atıp tutarlarken, birazcık itiraz edenin nasıl da haksız yere damgalandığını, en ufak eleştiride bulunanların hayatlarının nasıl karartıldığını, deneyimlerinden biliyor…
Finkelstein’ın işaret ettikleriyle “S.O.S. Antisemitizm!” başlıklı ve ‘Soykırım Karşıtları (?) Derneği’ imzalı açıklama ne kadar da örtüşüyor değil mi?
“Açıklama”daki, “… ‘Anti-Siyonizm’i bir madalyon olarak kabul edecek olursak, bir yüzü antisemitizmin ta kendisi iken, diğer yüzü de Filistin ‘dostluğu’dur. 1960’lı yıllarda ivme kazanan anti-Yahudi ‘Filistin dostluğu’ Türkiye solunun gözünü bir hayli kör etmiştir. Burada dostluğun koşulu, İslâmi gericiliğin antisemitizmine mutlak ortak olmak, her türlü eleştirici yaklaşımdan uzak durmaktır. Beka Vadisine inen her devrimcin ‘gerilla eğitimi’, eline tutuşturulan silahın hiç itirazsız İsrail’i hedef almasıyla başlar. Onlarca yıldır gelenekselleştirilmiş Yahudi düşmanlığı, Türkiye solunun bu güne kadar sorgulamayı göze alamadığı en temel zaaflarından bir tanesidir. Bu yapısal antisemit duruşla ciddi bir yüzleşme cesareti göstermeden Türkiye solunun ne soykırım mağduru halklar meselesine nede genel anlamda ezilen halklar meselesine tutarlı bir duruş göstermesi mümkün değildir,” (altı açıklamada çizili) laflarına gelince…
Bu yalancılık ve terbiyesizliğe cevap bile vermeyi uygun görmüyoruz. Kürt atasözüyle, “Ê ne di şer de be şêr e /Kavgada olmayan aslan kesilir” deyip geçelim!
Ve vurgulayalım: Nazilerin Yahudi halkına uyguladığı soykırımı ve İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı katliam ve şiddet politikalarını aynı nefretle lanetleyen, “Nazi Almanyası’nda Yahudi, İsrail’de Filistinli” olmayı temel değer bilen sosyalistler olarak, mensubu olmaktan onur duyduğumuz Türkiye devrimci hareketinin Filistin mücadelesiyle dayanışmasına sonuna kadar sahip çıkıyor ve bildirideki her bir sözcüğü bir kez daha imzalıyoruz.
Ya bizleri “anti-Semit” olmakla eleştiren metnin İsrail muhibi yazar(lar)ının İsrail devletinin Filistinlilere karşı işlemekte olduğu insanlık suçlarına karşı en ufak bir eleştirisi var mı?
Yoksa, örneğin Rachel Corrie’nin İsrail tanklarınca parçalanmış bedeni üzerinden İsrail devletinin “hık deyiciliği”ni üstlenmekten hoşnut(lar) mı?



[1] http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Zionism/zionism.html
[2] Mete Çubukçu, “İki İşgal, İki Özelleştirme”, Radikal İki, 12 Temmuz 2009, s.6.
[3] Noam Chomsky, “Gazze İzlenimleri”, Gündem, 22 Kasım 2012, s.14.
 

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ

5 Aralık 2014 Cuma

“Sınırlı hakları ve özgürlükleri de yok etme paketi”



 

İnsan onurunun korunmasının, geliştirilmesinin esas olduğu insan hakları kavramı/doktrini kaynak alınarak türetilen hukuk normlarına uygun davranan/işleyen devletin, hukuk devleti olma yolunda ilerlediğini, çaba gösterdiğini, bu çabasında samimi olduğunu söyleyebiliriz. Temel insan hakları kavramı içerisinde önemli yerler teşkil eden yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı vb. haklar asıl olarak insan onurunu korumaya, insan onuruna uygun yaşamaya yönelik çabaların ürünleridir. Bu hakların geliştirilerek yaşama geçirilmesi, keyfi sınırlamalara tabii tutulmaması çabası ancak hukuk devletinin sağlıklı işlemesi ile mümkün olacaktır.


İnsanlık tarihinde yaşanan pratikler, insan haklarını esas alan hukuk devletinin asıl düşmanının, bu hakları kullanan insanlar/vatandaşlar değil, bu haklardan ve bu hakların kullanımından rahatsız olanların  zihniyeti,  yani polis devleti zihniyetidir. Dolayısıyla ülke pratiğinde bu hakların kullanımında karşılaşılan en büyük sorun da, bu hakların kullanımının karşısına çıkarılan asayiş anlayışıdır. Bu anlayışın beraberinde tahammülsüzlük getirmesi de doğaldır.


TBMM’ne sunulan ve kamuoyunda “iç güvenlik paketi” olarak bilinen yeni kanuni düzenlemeler tasarısı içeren paket, özellikle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı konusunda polis devleti varlığının daha belirginleşmesine, büyümesine neden olacak düzenlemeler içermektedir. Asıl olarak, vatandaşların hakların kullanımına yönelik istemlerinin karşısına çıkarılan anti demokratik tavır ve uygulamaların neden olduğu istisnai bir takım “olumsuz” olaylar gerekçe gösterilerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı başta olmak üzere, bir takım temel insan haklarının kullanımına yönelik polisiye tedbirlerle ciddi kısıtlamalar getirilmektedir. Bu hakların kullanımının yasal güvenceye kavuşturulması, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları sıfatlarının layıkı ile taşınmasının bu hakların kullanımına bağlı olduğu gözetilmeden yasal düzenleme yapılmaktadır.


Bu yasal düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğunu belirten tasarının genel gerekçesinde ve madde gerekçelerinde, sık sık asayiş, polisiye tedbirler ihtiyacı vurgulanmaktadır. Bu gerekçelerden de anlaşılacağı üzere, kolluk kuvvetlerinin taleplerinin bu yasal düzenlemeye kaynaklık ettiği çok açıktır. Yasal düzenlemeye konu temel insan haklarının kullanım alanının genişlemesinden öte bu haklar itibarsızlaştırılmakta, asayişsizliğin kaynağı olarak görülmektedir. Kısacası temel insan hakları, polis devleti penceresinin sınırlarına hapsedilmektedir.


Bu düzenlemenin yasalaşması halinde, vali ve kaymakamlar, adli makamlarda olan yetkilerin bir kısmını kullanabilecektir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi yok sayılarak yargının yetkisinde olması gereken bir takım hususlar emniyet teşkilatına doğrudan verilmektedir. Mahkeme kararı veya savcılık izni olmadan vali ve kaymakamlar kolluk kuvvetlerine verecekleri emirlerle;


  •  Arama ve suçun aydınlatılması amacı ile delil toplanmasını isteyebilecekler,
 

  • Kötü niyetli kullanıma açık, temel insan haklarının kullanımının keyfi sınırlanmasına imkân verecek bir takım gerekçelerle kişilerin üstü, eşyası, arabası polis tarafından aranabilecek. Bu uygulamalar için polis devleti olmanın en önemli göstergelerinden olan “makul şüphe” yeterli olacak.


  • Mülki amirlere ve bu amirlerin belirleyeceği kolluk amirlerine 24 saatten 48 saate kadar gözaltına alınma kararı verme yetkisi getirilmektedir.


Polislerin yaptığı bu uygulamaların denetimi, yargı kurumlarından öte bağlı bulundukları idari müdürlük ve bakanlık teftiş elemanlarına yani polislerin hukuka aykırı uygulamalarının denetimi hukuk kurumlarından öte idari kurumlara verilmiştir. Polis yapıp polis denetleyecektir!!!

 

Yaşadıklarımız göstermiştir ki, temel insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi kolluk kuvvetlerine teslim edilmeyecek kadar yaşamsaldır. Ülke tarihinde yaşanan onca acı tecrübeden sonra hala polisiye tedbirlerin, temel insan haklarının kullanımına tercih edilmesi kabul edilemezdir.


Ve biz aşağıda imzası bulunanlar, bu saldırıyı şiddetle protesto ediyoruz. Daha geç olmadan herkesi yurttaş bilinciyle hareket edip, bu saldırıyı püskürtmeye davet ediyoruz...

Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi

İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Doğan Özgüden, İnci Tuğsavul, Sibel Özbudun, Pınar Ömeroğlu, Gül Gökbulut, Nalan Temeltaş, Sennur Baybuğa, Nadya Uygun, Temel Demirer, İbrahim Seven, Ceyhan Suvari, Tamer Çilingir, Abud Can, Serdar Koçman, Ramazan Gezgin, Mahmut Konuk, Bülent Tekin , Attila Tuygan, Muzaffer Erdoğdu, Necdet Kılıç, Celal İnal, Ertuğrul Gümüş, Eflan Topaloğlu, Levent Kanat, Hasan Doğan Çelik, Murad Mıhcı, Sait Çetinoğlu, Recep Maraşlı, Yücel Demirer, Kadir Cangızbay , Erkan Metin
 
 
 


Destek için İmza Formu



        

3 Aralık 2014 Çarşamba

Yeter artık; karışmayın hayatımıza!


 

Başbakan tarafından değil, Anayasa’nın açık ihlali olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yönetilen AKP iktidarı felakete doğru gidiyor ve ülkeyi peşinden sürüklüyor.

Kimseye zarar vermeyen, tamamen bizlere ait olan özel hayatlarımıza AKP iktidarının yaptığı kanunsuz müdahalelerin yeni örnekleri resmen dehşet verici:

Manisa Üniversitesi’nde okuyan 3 kız öğrencinin kaldığı evi 01.30 sularında polis bastı. Evde misafir olan iki erkek arkadaşlarıyla birlikte oturan öğrencilere polis “Kaç kişi kalıyorsunuz?”, “Kızlı-erkekli mi oturuyorsunuz?” diye sordu. Polisler, beş öğrenciye de ayrı ayrı 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ‘Çevreyi rahatsız etmek’ maddesinden 88 lira para cezası kesti. (http://www.radikal.com.tr/turkiye/kizli_erkekli_eve_ilk_ceza_kesildi-1159941)

Erdoğan’ın “muhbir vatandaşlar”ı cesaretlendirmek için her yerde, Ekvator Ginesi’nde bile yaptığı çağrıya (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27623651.asp) derhal  katılan AKP’li Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin,Apartlarla ilgili bir sakıncalı durum gördüğünüz an bize bildirin. Muhtarlar bu konuda bize yardım etsin” dedikten iki gün sonra şuna da cüret etti:Öğrencilerin kaldığı tüm apartlara gireceğiz. Yıkılacak yer varsa yıkacağız” (http://www.taraf.com.tr/haber-kizli-erkekli-evlere-baskin-168995/)

Bunların, gelmekte olan daha büyük felaketlerin habercisi olduğu gören bizler, Erdoğan iktidarına ihtar ediyoruz: Kendinizle birlikte bütün Türkiye’yi korkunç bir girdaba sürüklüyorsunuz. Dünyanın paryası olmaya götürüyorsunuz. Bunu bir an önce durdurun. Yeter artık.

Ahmet İsvan

Doğan Özgüden

Temel İskit

Ünal Ünsal 

Baskın Oran

Tarhan Erdem

Kaya Toperi

İnci Tuğsavul

Sibel Özbudun

Pınar Ömeroğlu

Nadya Uygun

Sennur Bayboğa

Nivart Bakırcıoğlu

Fusun Erdoğan

Şaban İba

İbrahim Seven

Abud Can

Tamer Çilingir

Eflan Topaloğlu

Attila Tuygan

Muzaffer Erdoğdu

Ceyhan Süvari

Bülent Tekin

Celal İnal

Anjel Dikme

Mahmut Konuk

Ramazan Gezgin

Murad Mıhcı

Adnan Genç

Sait Çetinoğlu

 
 


Destek için İmza Formu