Bir komployla başlayan bir dava bir yaşama mal olarak mı sonuçlanacak?
28 Ağustos 2009’da polis komplosu sonucu gözaltına alındı, hayatında hiç karşılaşmadığı kişilerin yanına monte edilerek bir dava dosyası oluşturuldu ve bu dosya ya 8 ay gizlilik kararı konularak 1 yıl sonra ilk duruşmaya çıkarıldı ve iki yıla yakın hapishanede tutuldu.14 Haziran 2011’deki tahliyesinin ardından artan sağlık sorunları nedeniyle o hastaneden bu hastaneye koşuşturan ve nihayet 12 Ekim2011’de aramızdan ayrılan Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin’in davası 6 Mart 2012 günü 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kez daha görülecek
SUZAN ZENGİN Bilinçli Bir Şekilde Ölüme Sürüklendi
Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin tutuklanmasının üzerinden henüz daha 5 ay gibi bir süre geçmişken kamuoyuna yazdığı mektubunda şöyle sesleniyordu:
‘’ Burada yaşanan en ciddi sorunlardan biri sağlık sorunudur.
Ciddi bir rahatsızlık durumunda, hastane sevki 6-7 ay, hatta daha uzun sürebiliyor. Revir doktorunun yazdığı ilaçlar, tetkik yapılamadığı için, genelde doğru teşhise dayalı olmuyor/olamıyor.
Ben 51 yaşındayım ve geçirdiğim bir ameliyata bağlı olarak, hızlı kemik erimesi ve ülser, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi daha bir dizi, düzenli ilaç almamı gerektiren rahatsızlıklarım var. Bazı tetkiklerimin belli aralıklarla yapılması gerekiyor. Tabii bunları şu sıralar tutuklu olmam nedeniyle yaptıramıyorum. Benim dışımda da bir çok tutuklu arkadaşın tedavi ettiremedikleri ciddi hastalıkları var.
Genelde buranın durumunu ve özelde ise kendi durumumu kısaca aktarmaya çalıştım.
Şunu da hemen belirtmek istiyorum ki; karşı karşıya kaldığım bu durum beni hiçte şaşırtmış değil.’’
Evet, Suzan Zengin bu duruma ‘hiçte şaşırmıyor’ çünkü gözaltına alınma ile başlayan süreç belli ki, muhalif basın-yayın çalışanlarını etkisiz hale getirmek ve gözdağı vermek amaçlıydı. Yine Suzan Zengin’in deyimiyle ‘’Tutuklanmak için kanıt istemez, muhalif olmak kafi’’ idi. Suzan Zengin’de muhalif bir gazeteci olduğu için tutuklanmıştı.
Yine Suzan Zengin tutuklanmasının üzerinden 11 ay sonra kamuoyuna yazdığı mektubunda:
‘’Ben 51 yaşındayım ve hipertansiyon, hızlı kemik erimesi, ülser vb. kronik hastalıklarım var. Bunların düzenli olarak yapılması gereken, tahlil-tetkik de dâhil tedavisine dönük koşullar da, hapishane ortamında ortadan kalkmıştır.
Ancak hapishanede olup da tedavisi engellenen bir tek ben olmadığımı da vurgulamalıyım. Hapishanelerde kanser vb. ciddi hastalıkları olan çok sayıda insanın olduğu bilinmektedir. Ve bu insanların aslında hapishanede yaşama koşulu yoktur.
“Başı dişi” ağrıyan “paşaları” tutuklanmalarının hemen ardından “sağlığı hapishanede kalmaya elverişli değil” diyerek salıverenler, tam teşekküllü hastanelerde ağırlayanlar, söz konusu sistem muhalifleri olduğunda, körleri-sağırları oynamaktadır.
Komplocu bir yöntemle, hukuksuz ve keyfi olarak tutuklanmamı kamuoyunda teşhir etmeyi sürdürürken, önemli bir soruna, hapishanelerdeki sağlık sorununu da dikkat çekmek istedim.’’
Suzan Zengin 31 Ağustos 2011’de tutuklandıktan sonra konulduğu Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde 2 yıla yakın bir süre tutuklu kaldı. Bu süre içerisinde bir kez olsun tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilerek tahlil ve tetkikleri yaptırılmadı. Uzun uğraşlar sonucu yapılan Hastane sevklerinde ise muayene sırasında askerlerin gözü önünde muayene olmayı reddettiği için muayene ve tedavi olamadan saatlerce ring aracının içinde bekletilerek gerisin geriye getirildi. Bu durum zaman zaman basına da yansıtıldı. Hatta Suzan Zengin sağlık sorunlarıyla ilgili defalarca suç duyurusunda bulundu, fakat bir sonuç alamadı.
Hapishanede en son yüzünde ortaya çıkan bir et beni iltihaplanmış ve hem bunun altında ve hem de ağız içi damakta birer kist oluşmuştu. Ortaya çıkan bu rahatsızlık için aylarca sadece antibiyotik verilerek vücut direnci çökertilmiş, 10 dakikalık bir operasyon için bile hastaneye sevki aylar alabilmiştir. Abartısız 6 ay boyunca ağrı kesici ve antibiyotik dışında bir tedavi uygulanmamıştır. Hastane sevki defalarca çeşitli bahanelerle (‘Ring yok’, ‘Personel yok’ vb.) engellenmiştir.(Neredeyse 4 ay sonra yüzdeki kist alınmış, ağızdaki kist ancak tahliye olduktan bir süre sonra alınabilmişti.)
Biz ailesi olarak tek ümidimiz ve tesellimiz bir an önce tahliye olması ve gerekli tedavisinin gecikmeksizin başlamasıydı. Suzan Nihayet 14 Haziran 2011’de tahliye edildi. Tahliyesine çok sevinmiştik. O’nu sevgimizle sarmalayıp eski sağlığını kazanması için ne gerekiyorsa yapacaktık. Ancak Suzan tahliye olduğunda çok bitkin ve halsizdi. Uzun süre ayakta kalamıyordu. Yürümekte zorlanıyor, çabuk yoruluyordu. Biz hala geç kalındığının farkında değildik.
Suzan hemen TOHAV’a başvurarak hastalıklarının tedavisine başladı. Öncelikle ağızdaki kisti halletmesi gerekiyordu ve oradan başladı. Sonrasında kolesterol ve yüksek tansiyonunu dengelemekle uğraştı. Yüksek tansiyonu dengelemek iki aya yakın bir zamanını aldı. Hemen her gün hastanelerde geçiyordu zamanı. Yine de günlük aktivitelerden geri durmuyordu. Nerede bir hak ihlali varsa orada olmaya özen gösteriyor, özellikle hasta tutsakların sesi olmaya, onların sorunlarını kamuoyuna taşımaya özel bir önem veriyordu. Eline her mikrofonu aldığında hasta tutsakların içinde bulunduğu duruma mutlaka vurgu yapıyordu.
Tahliyesi sonrası geçen 3 ay süresince bir yandan sağlık sorunları ile boğuşurken bir yandan da hapishanede çevirisini yaptığı ‘’1. Dünya Savaşında Anadolu Hırıstiyanlarının Sürgün, Kıyım ve Tasfiyesi’’ adlı kitabın el yazılarını bilgisayarda tape yapıyordu.
Ağustos ayı ortalarında yapılan muayene ve tetkiklerden Yüksek tansiyona bağlı aort damarında tehlikeli boyuta ulaşmış bir genişleme tespit edildi. Uzun süre tansiyonun kontrol altına alınmaması sonucu ortaya çıkan bu durum Suzan için doktorların tanımına göre ‘’pimi çekilmiş bir bomba’’ durumuna gelmişti. ‘’Nerede patlayacağı belli olmaz, bir an önce ameliyat olması gerekir, bırakalım herhangi bir yeri, hastane içinde bile olsa damarın yırtılması durumunda kurtulma şansı çok zayıf’’ denildi ve çaresiz Suzan ameliyat olmaya karar verdi. 19 Eylül’de Koşuyolu Kalp-Damar Yüksek İhtisas Hastanesine yattı ve 26 Eylül’de ameliyat oldu ve ameliyat sonrası bir daha uyanamadı, 17 günlük yaşam savaşının ardından 12 Ekim 2011 akşamı saat 10’da yaşamını yitirdi. 52 yıllık bir yaşam
Şimdi bizden bu ölümün doğal bir ölüm olduğuna nasıl inanmamızı isteyebilirler. Bu apaçık bir hukuk cinayeti değil de nedir? Bu insan tutuklandığı andan itibaren bas bas bağırıyor, ‘’hastayım’’ diyor, ‘’tedavi olmam gerek’’ diyor, ‘’Hiç değilse ilaçlarımı düzenli olarak kullanayım, siz vermiyorsanız, ailem dışarıdan alsın getirsin, buna izin verin’’ diyor ve bunların hiçbirine kulak verilmiyor, hastalığının ilerlediği anlaşıldığında serbest bırakılıyor ve tüm çabalarımız Suzan Zengin’i yaşatmaya yetmiyor.
Polisin komplosuyla başlayan, mahkemenin keyfi tutuklamasıyla devam eden ve Cezaevi idaresinin bilinçli bir şekilde tedavisini engellemesiyle Suzan Zengin göz göre göre katledilmiştir. Bu katliamın sorumluları Polis- Mahkeme ve Hapishane üçlüsüdür.
3 Kasım 2011’deki duruşmada Mahkeme Heyeti Suzan Zengin’i adını hiç anmadı. Sanki bu davanın sanıkları arasında böyle birisi hiç olmamıştı. Heyet telaşlıydı. Duruşmayı büyük bir süratle bitirdi. Dışarıda Suzan Zengin’le ilgili Basın Açıklaması yapılıyordu, basın açıklaması henüz bitirilmişti ki, duruşma da bitirildi ve heyet duruşmayı 6 Mart 2012’ye erteledi.
6 Mart 2012 de 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada ne yazık ki Suzan Zengin yine olamayacak ve Mahkeme heyeti Suzan ile ilgili bir karar verecek.
Avukatına göre Mahkeme Heyeti Suzan Zengin’in davasını düşürecek.
Mahkeme, Suzan Zengin’le ilgili vereceği bu kararıyla bir hayata mal olan sorumluluklarından da kurtulmuş mu olacak? Suzan Zengin bu yargılanmanın sonucunda büyük ihtimalle beraat edecekti. Bu hayatı
O’na kim geri verecek?