1 Aralık 2010 Çarşamba

NEVİN BERKTAŞ'A ÖZGÜRLÜK!

Nevin Berktaş Serbest Bırakılsın!

Nevin Berktaş, 1980’den itibaren yaklaşık 22 yılını cezaevlerinde geçiren, ülkemizde en uzun süre hapis yatmış kadın siyasi tutukludur. Cezaevlerinde kaldığı süre boyunca faşist yaptırımlara boyun eğmediği için, hücre cezası da dahil, birçok cezaya maruz kalmış ve infazı yakılarak yıllarca içeride tutulmuştur. Bu hukuk dışı uygulamalar yetmezmiş gibi, 5 yıl 8 ay gibi uzun bir süre de fazladan yatırılmıştır. 2007 yılında tahliye olduktan üç yıl sonra, 3 Kasım 2010 tarihinde, bu kez içeride yazdığı bir kitaptan dolayı yeniden tutuklanmıştır.
Berktaş, devletin “F Tipi cezaevleri”ne geçişe hazırlandığı bir dönemde, 12 Eylül cezaevlerindeki hücreleri ve o hücrelerde geçirdiği işkenceleri anlatan “İnancın sınandığı zor mekanlar: HÜCRELER” adlı bir kitap yazdı. Kitap, Nisan 2000 tarihinde Yediveren Yayınları tarafından yayınlandı. Yayınlandığı günden 7 gün sonra toplatıldı, hakkında davalar açıldı, para ve hapis cezaları verildi. Yasa değişiklikleri ile bu cezalar düştüğü halde, yeniden dava açıldı.
Geçtiğimiz yıl yayınevi sahibine para cezası; kitabın yazarı olarak Nevin Berktaş’a ise, 10 ay hapis, 461 milyon para cezası verildi ve bu karar Yargıtay tarafından da onaylandı. Avukatları, Nevin Berktaş’ın daha önceden haksız yere yattığı yılları göstererek, bu cezaya mahsup etmelerini talep ettiler. Buna rağmen Nevin Berktaş tutuklanarak Bakırköy Kadın Hapishanesine götürüldü. Bir kez daha kendi yasalarını çiğnediler, hukuk-dışı bir uygulamayı yaşama geçirdiler.
Bütün bunlar, sözde 12 Eylül anayasasının değiştiği bir dönemde gerçekleşti. Güya 12 Eylülcüler artık yargılanacaktı! Oysa yargılanan yine 12 Eylül’ü anlatan kitaplar ve ona karşı direnen devrimci ve komünistlerdi. Nevin Berktaş’ın son tutuklanışı, 12 Eylül zihniyetinin aynı şekilde devam ettiğinin bir göstergesi oldu.
Biz aşağıda imzası olanlar, kitaba ve yazarlarına cezalar yağdıran bu zihniyeti kınıyor, Nevin Berktaş’ın serbest bırakılmasını istiyoruz.

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ


İsmail Beşikçi,
Sibel Özbudun, Temel Demirer, Sait Çetinoğlu, Mahmut Konuk, Fatime Akalın, Attila Tuygan, Ragıp Zarakolu, Yücel Demirer, Mustafa Kahya Sosyalist Parti Gen. Baş. Yr., Mehmet Özer, Hüseyin Gevher, Kadir Cangızbay, Recep Maraşlı, Asuman Özbey, Halim Gürbüz, Metin Uzunöz, Mihrac Ural, Hulusi Zeybel, Cemil Gündoğan, İlden Dirini, Erdal Tan, Adil Okay, Mehmet Tursun, Uluslararası Baran Tursun Vakfı, Jan Beth-Sawoce, Ayhan Çınar, Hüseyin Habip Taşkın, Deniz Faruk Zeren, Özer Urun, , 
Sarkis HATSPANIAN "Vardaşen" mahpusanesi, Dilek Eser Urun, Dicle Anter,Şükrü Erbaş, Tayfun İşçi, Hüseyin Aykol, Necati Abay, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu, Mesut Saganda, Şefik Teker, A.Aydın Doğan, Ayşe Aykul, Süleyman Kaplan, Zehra Yeren, Mehmet Ufuk Peker, Tacim Çiçek, İbrahim Okçuoğlu, Yaşar Çelik, Suna Aras, Ramazan Gezgin, 78'liler Girişimi, Timur Taşdemir, Kemal Şenol, Varol Kazan, Erhan Bilgin, Ali Özkan, Murat Kuseyri,

...
(Devamı imza listesinde)

Nevin Berktaş ile ilgili haber sitesi:
http://freedom-for-nevin-berktas.org



Destek için İmza Formu  İmza Listesi

28 Kasım 2010 Pazar

Akhanlı Babaya Ağıt

AKHANLI BABA'NIN ANISINA AĞIDIMDIR


"Acı haber tez ulaşır" derler... doğruymuş ! Bugün, Şavşat'tan Almanya'ya, oradan Ermenistan'daki mahpusanemin yüksek nöbetçi kulelerinde otomatik silahlarıyla dikili turlayan onlarca gözlemci-gardiyanların arasından süzülerek, elektrikli tel örgülü kalınca duvarlarını bile olağandışı bir ivedilikle aşarak hücreme ulaşan acı haber nedeniyle duyduğum üzüntüden deliye dönüp, elimde olmadan attığım gayri insani çığlığa koşup gelen mahkûm arkadaşlar, derin bir sarsıntının şahitleri oldular. Helal süt emmiş, hayırlı bir evlat olduğu için, 87 yaşındaki ağır hasta babasını son kez görüp helalleşebilmek amacıyla yaşadığı Almanya'dan Şavşat'a gitmekteyken tutuklanarak, uzun aylardan beri Tekirdağ F tipi cezaevinde politik bir rehine olarak tutulan Doğan Akhanlı kardeşimin sevgili babasını bugün, 27.kasım.2010 sabahı kaybetmiş olduğumuzu öğrenmiş bulunuyorum.
Değerli evladına henüz ulaştırılmamış olan bu acı vefat haberinin bende yarattığı etkiyi herhalde en iyi "Vardaşen" mahpusanesinin mahkûmları sezinlemiş olacaklar ki, bir anda havalandırma avlusuna doluşan yüzlerce insan, gözyaşlarımı onlardan beceriksizce saklamaya çalışma çabalarıma aldırmaksızın, "değerli bir yakınını kaybettiğini duyduk, acını paylaşmak istiyoruz" diyerek beni birer-birer ve yürekten kucaklayarak metanet dileklerini ilettiler. Dar yerde bulunarak dar günlerin, alınyazılarıyla da mağdurluğa ortak olan mahpusane insanlarına mahsus sevinç ve acıda bir ve beraber olma duygusunu kelimelerle anlatabilmek gerçekten olası değil, onu sadece bizzat yaşamış olanlar bilir bilmesine de, Doğan Akhanlı'nın Ermeni halkının acısını samimi olarak hissederek, duygu ve düşüncelerini dürüst bir aydın olarak yazıp-yayınladığı birçok eserle geniş kitlelere ulaştırma "suçunu" işlemiş yürekli bir insan olduğu için cezaevine atıldığını, bundan aylar önce benden duyup da öğrenmiş olan adli suç mahkûmlarının, bugün onun babasını yitirmiş olduğunu öğrenmeleri sonrasında pek spontan gelişen, şaşırtıcı güzellikteki tavır ve davranışları bilinip-hatırlanması yazılmaya değer!
Mahpusanenin güzel sesli mahkûmları sayılan bazı arkadaşlar bugün AKHANLI BABA'nın anısına yüreklere işleyen ağıtlar, bazıları yanık uzun havalar söylediler, kimi inançlılar merhumun ruhu için dualar okudular, kimileri ateş yakıp, buhur tüttürdüler. Cenaze töreniyle merhumun toprağa verildiği ana kadar, Ermeni geleneklerinin bir gereği olarak Vardaşen'in tüm koğuş köşelerinde yakılı bulundurulan mumların hiç söndürülmeden hep yanabilmelerini sağlamak amacıyla, bu işin gönüllü tüm katılımcıları arasında görev tasnifi yapıldı ve onlar, bütün gün ve gece boyunca sırasıyla nöbet değiştirecekler. Bu paylaşım bence, en zor koşullar altında bulunan bir avuç Ermeni insanının bile, gerçek aydın Doğan AKHANLI'ya duyduğu saygıyı ifade etme çabalarındaki samimiyeti göstermekte olup, aslında o meyveyi vermiş olan ağaca, yani BABA AKHANLI'ya duyulan saygının en içten bir şekilde ifade edilmesidir.
10 ay önce ben de babamı yitirmiş, ama cenazesine katılmama cezaevi müdürlüğünce izin verilmemişti, Doğan'la kaderde de acıya ortak olmak yazgımızmış demek ki!Öyle ki, onun ruh halini kimse benim kadar derinden hissedemez, biliyorum. Acısı acımdır, yası yasım!... Biz acılarını yüreklerine gömmeye alışık insan çeşidine ait olduğunun bilincine ulaşanlardanız zaten de, buna rağmen tek dileğim kayıplarımızın acısını layıkıyla yaşayabilmek ve sevdiklerimizin yasını tutabilmek için bile özgür olabilmeye yeğlenen başka değerler olmadığına inancımı yinelerken, Doğan'ın gün evvel serbest bırakılmasını düşlüyor, istiyorum. BABA AKHANLI'nın ruhu şad, toprağı bol olsun, başta AKHANLI ailesi olmak üzere, tüm yakın ve dostlarının acısını paylaşıyor, yas tutanlara sabır, güç ve metanet diliyorum. Başımız sağolsun.


Sarkis HATSPANIAN
"Vardaşen" mahpusanesi, 27.kasım.2010
ERMENİSTAN

25 Ekim 2010 Pazartesi

ATV YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞINA

Biz aşağıdaki kurum, kuruluş ve aktivistler olarak ‘AŞK BİR HAYAL‘ dizisinde canlandırdığınız Süryani karakterlerinin (Süryani kadınlarını; ahlaksız ve seks düşkünü, Süryani ruhani liderlerini; para düşkünü ve hiç yeri yokken özellikle kuşaklar boyunca her fırsatta kötülüğün simgesi olarak tanıtılıp olumsuzlanarak hedef tahtasına konulmaya çalışılan Ortodoks din adamlarını da katarak aynı anda iki halkı vuran) şahsında bu toprakların en kadim halkı olan SÜRYANİLERİ ve yine bu toprakların en kadim dini olan hıristiyanlığı; aşağılayıcı, namussuz ve ahlaksız gibi karakterlere bürüyerek göstermeniz, çok acılar çekmiş ezilen bir halk olan Süryani halkı ve bizleri derinden yaralamıştır.

Bu tip diziler ülkede inşa edilmekde olan barışa, kardeşliğe, en temel insan hakkı olan din özgürlüğüne yapılmış büyük bir darbedir. Süryani halkının hoşgörüsünü, sabrını taşıran bu tip ırkçı, ötekileştirici, belden aşağıya vuran dizileri protesto ediyor, barışdan, kardeşlikden, insanca ve onurluca bir yaşamdan yana olan herkesi protestoya davet ediyoruz. ATV yönetimini uyarıyor ve bu dizinin bir an evvel yayından kaldırılmasını talep ediyoruz. Hakları ve Dinleri aşağılayan bu diziyi kınıyoruz.’Aşk bir Hayal ‘ dizisini şiddetle kınıyoruz.

Saygılarımızla.

1. İZMİR Süryani Platformu
2. TURABDİN (Mardin) Kalkındırma Dernekleri Federasyonu
3. WWW. SÜRYANİLER.COM
4. Mardin-Midyat-Elbeyendi (Kafro) Köyü Kalkındırma Derneği,
5. Mardin-Midyat-Yemişli (Enhil) Köyü Kalkındırma ve Uzlaştırma Derneği,
6. Mardin-Midyat-MERYEM ANA MANASTIRI VE KİLİSELERİ BAKIM ONARIM VE YAŞATMA DERNEĞİ
7. İSTANBUL-MEZO-DER
8. DÜNYA SÜRYANİLER BİRLİĞİ (SYRIAC UNIVERSAL ALLIANCE) (SUA)
9. ALMANYA Asur Demokratik Örgütü (ADO)
10. European Syriac Union (ESU) Sektion Deutschland ( Avrupa Süryani Birliği Almanya Şubesi)
11. ALMANYA ve Orta Avrupa Asur federasyonu
12. İSVİÇRE-Mardin-Midyad-Enhil Köyü Dernekler Federasyonu
13. Mezopotamya Asurî Kültür Derneği Wiesbaden
14. Ninive Asurî Cemiyeti, Wiesbaden
15. Almanya Arami (Süryani) Dernekleri Federasyonu
16. Wiesbaden-Mainz Çevreleri Demokratik Forumu
17. İmece-Halkevi, Wiesbaden
18. Almanya-Gutersloh-Mesopotamya Asur derneği Aziz Kurt (Syrisch-orthodoxer Kulturverein Hamburg e.V.(Süryani Orthodox Kültür Derneği Hamburg)
19. İsveç Asur /Süryani Öğretmenler Birliği
20. Saliba Josep (Föderation Suryoye Deutschland (Almanya Süryani federasyonu Başkanı)
21. Süleyman Aydoğdu (Syrisch Orthodoxe Kirche von Antiochien St. Maria St. Schmuni (Hamburg Süryani Mor Maryam ve Mor Shmuni Kilisesi Başkanı)
22. Beth-nahrin Vakfı Amsterdam
23. Sibel Özbudun Akademisyen
24. Temel Demirer Yazar
25. Ragıp DURAN Yazar
26. Cafer SOLGUN Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği Başkanı
27. Abdullah DEMİRBAŞ Diyarbakır/SUR Belediye Başkanı
28. Ahmet Güven - İngiltere- Londra/Kayseri-Kırkısraklılar Dayanışma merkezi
29. Şükriye ERCAN Ankara-Emekli-sen 2no’lu Şube
30. Nalan Temeltaş Yazar
31. Yaşar BATMAN Yazar
32. Faiz Cebiroğlu Pedagog
33. Ahmet ÖNAL Peri Yayıncılık
34. Orhan MİROĞLU Gazeteci-Yazar
35. Erdal Doğan Avukat
36. Mustafa Ayrancı HTIB (Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği)
37. Mardin-Midyad Süryani Kültür derneği
38. Sabri Atman Hollanda-Aktivist
39. Mehmet Yüksel DBH (Demokrasi için Birlik Hareketi)
40. Metin Uzunöz Ankara 78’liler derneği
41. İsa Acan Zaz Köyü Yaşatma ve Kalkındırma Derneği Başkanı
42. Fehim IŞIK Kürt-Kav Başkan Yardımcısı
43. Erdal Karayazgan Yazar- İstanbul/İnşaat Mühendisi
44. Mehmet Güzel Antakya demokratik kültür sanat derneği Başkanı
45. Hakan Tahmaz Türkiye Barış meclisi sekreteri-Gazeteci/Yazar
46. Bilge Contepe Yeşil aktivisti
47. Asuman Özbey Muğla-Yazar
48. Suat Arslanlar İşadamı (Amsterdam)
49. Hüseyin Gevher Ankara 78 liler derneği
50. Fatime Akalın aktivist
51. Ragıp Zarakolu yazar yayıncı
52. Attila Tuygan çevirmen
53. Cemil Gündoğan Yazar
54. Kemal Kutan Gazeteci / Yazar Leverkusen, Deutschland
55. Ergün doğu newede dersim gazetesi
56. Ali KENANOĞLU Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği BaşkanKemal Bülbül Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkan Yardımcısı
57. Ferhat Berkpınar Köxüz
58. Veyis Haydardedeoğlu Melbourne – Avustralya
59. Cesur AKAR Avustralya
60. Jan Beth-Şawoce, Södertörn Koleji-Stockholm
61. John H. HADDAD Avustralya- Melbourne
62. Beth-Nahrin Cultural Club (Mezopotamya Kultur Dernegi)
63. Jakop Bargello İsveç
64. alevivizyon.com Forum
65. Alevizyon Haber
66. Mardin-Midyad-Öğündük köyü koruma, kalkındırma kültür derneği
67. Mardin-midyad-Gülgöze(İvardo)Süryani,kültür derneği
68. Recep Maraşlı Yazar
69. arpi citak turizm viyana,
70. şerro coşkun inşaat mühendisi mardin-türkiye,
71. Ani Yaman Istatiker Isvicre,
72. pervin bilgin öğretmen izmir Türkiye,
73. nuran zengin mühendis İstanbul,
74. nuran maraşlı, yayıncı Berlin
75. İbrahim Karaman Eğitimci İstanbul – Türkiye,
76. Hamdi Döker Yapımcı-Yönetmen İstanbul,
77. Ali Ziya Çamur Eğitimci, yazar Mersin,
78. Rıza Duran Tekstil İstanbul,
79. Yonca Erdem Emekli Ankara,
80. irfan sari yazar Yüksekova,
81. Berzan Boti serbest SİİRT,
82. Murat Bebiroğlu Reklamcı İstanbul
83. Türkiye, Mehmet Yücel Mühendis Stockholm/ İSVEÇ,
84. Murat ÇELİKDAĞ Haber-Sen Genel Disiplin Kurulu Başkanı ELAZIĞ,
85. Pınar Ömeroğlu Mühendis Ankara,
86. Serdar Koçman Çevirmen Ankara,
87. www.siirtgundemi.com Gazeteci Siirt,
88. M. Yavuz Arıtürk Gazeteci-Yazar Siirt,
89. yagli hilmi isci Avusturya,
90. Osman Ünver Öncel Memur İstanbul,
91. Nail Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique Baskani Bruxelles-Belçika, Unval Aydin Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
92. Elias Abdullahad Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
93. Nimroud Beth-kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika
94. Unval SamraInstitut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
95. Daysan Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
96. Ninos Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
97. Aziz ArslanInstitut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
98. Musa Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
99. Willy Fautre Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
100. Vincent Halleux Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
101. Kathleen Gheqiere Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
102. Thomas Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
103. Izla Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
104. Ilsina Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
105. Shabril Bet-Kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
106. Ilana Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
107. Joseph Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
108. Ninib Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika
109. Marin Beth-Kinne Institut Assyrien de Belgique
110. Jean-Pierre Dupont Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
111. Cano Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
112. Samir Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
113. Filiz Gezici Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika
114. Hanan Lazrak Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
115. Andreas Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
116. Hava Demir Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
117. Gevriye Unval Institut Assyrien de Belgique Bruxelles-Belçika,
118. Bekir Uçar işçi Uppsala/Isveç,
119. Nahida Othman Eczaci-tekniker Uppsala/Isveç,
120. Ferman Othman Talebe Uppsala/Isveç,
121. Aram Uçar Ögrencî Uppsala/Isveç,
122. lahdo aho matbaaci /Drucker gütersloh /deutschland,
123. ERKAN ULAŞAN TEKNİKER ANKARA,
124. Tamar sosyal danisman Istanbul,
125. Neslihan Tezel Avukat İstanbul,
126. Mustafa Yelkenli Yazar Ankara, Türkiye,
127. Etien murat arjiyan fotoğrafçı istanbul / Türkiye,
128. jakop gabriel BDP il genel meclis uyesi mardin midyat turkiye
129. serdest ZANE analist amed,
130. Suryani Kultur Dernegi Dernek Enschede Hollanda,
131. Marauge Yalcin serbest meslek Enschede Hollanda,
132. Marauge debe Shao isci Enschede Hollanda,
133. Gabreil Yalcin ogrenci Enschede Hollanda,
134. Najda Sadyan Yonetici Istanbul,
135. Nilgün GEDİKLİ öğrtemen Ankara Türkiye,
136. Bekir R. Ayral Sigortaci ABD,
137. Fransa Asur-Keldani Dernegi dernek Fransa,
138. Petrus Karatay serbest Fransa,
139. Raffi A. Hermonn Araştırmacı Yazar-Belediyeci Prens Adaları, İst.Türkiye,
140. ADİL OKAY YAZAR TÜRKİYE,
141. jakob bargello issiz sweden,
142. Muhammed Karadoğan Esnaf Karakoçan,
143. Mehmet İsimbay Avukat Muğla-Turkey,
144. Veysi Aydi Tercüman Herne-Almanya,
145. Saıt Eser ÖĞRETMEN Kumla – Sweden,
146. Abdulhakim KAYA Avukat İstanbul,
147. Murad Ekmekçioğlu Diş Hekimi istanbul-türkiye,
148. Raci Helvalı Yazar/şair Oberhausen/Almanya,
149. isa kaplan emekli avusturya
150. Mesut Saganda, Aktivist Türkiye
151. Zeki Dikme Ekonomist USA
152. Ayşe Günaysu, Yazar Türkiye
153. Mahmut Konuk Aktivist
154. Sait ÇETİNOĞLU Yazar
...

İmzaların devamı İmza Listesi'inde

ATV’nin E-posta adresi: iletisim@atv.com.tr



Destek için İmza Formu  İmza Listesi

28 Ağustos 2010 Cumartesi

SAVUNMA SUSTURULAMAZ - İMZA KAMPANYASI

Savunma Susturulamaz
Ömer Kavili'den Bir Mahkeme Kararı

Değerli meslektaş ve arkadaşlarım,

Sanık olarak yargılandığım duruşmanın tutanaklarını yolluyorum. Tutanaklarda "sanık statüsü", "yargılama özneleri", "soruşturmacıların statüsü", "adil yargılamanın kuralları" ve "yargıya yerleşmiş alt kültür" konularında yararlanacağınızı umduğum bilgiler var.

Duruşma tutanakları aşağıda üye olduğum sitede yayınlanmıştır:
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=54876

Bazı yerler tarafımdan büyütülerek dikkatinize sunulmuştur.

Duruşmaya başka duruşmalarım nedeniyle katılamayacağım.

Saygı ve selamlarımla.


Ömer Kavili 15638


T.C.
KARTAL
2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
ESAS NO: 2010/219
CELSE TARİHİ : 12/10/2010
BAŞKAN: HÜSEYİN ÖZTÜRK23988
ÜYE: LEYLA ZORLU38398
ÜYE: İLKSEN ATEŞ37412
C.SAVCISI: MUSTAFA AKER28211
KATİP: GÜLER KAYAPINAR69654
Belirli gün ve saatte duruşmaya mahsus salonda celse açıldı.
Sanık ÖMER KAVİLİ geldi, sanık müdafileri AV.BORAN ÇİÇEKLİ,AV.MÜŞİR DELİDUMAN ,AV.NİDA AÇIKALIN,AV.ÜMİT GÜNEY,AV.ÖZGÜR YILMAZ,AV. YUSUF YILMAZ.AV. SEMRA İŞLER, AV.BARIŞ DALLIKAVAK geldiler, C.Sav. Huzuru ile açık yargılamaya başlandı

Sanık ÖMER KAVİLİ müdafi avukatlarının arasına oturdu. Kendisi sanık konumunda olduğundan sanıklar için ayrılan yere oturması istendi.

Sanık ÖMER KAVİLİ ayağa kalkmadan oturduğu yerden bu sizin şahsi fikriniz olduğunu görüyorum, şahsi fikrinize itiraz ediyorum bu nedenle heyet halinde karar verilmesini istiyorum dedi. Meşru olduğu var sayılan meclisin çıkarttığı 5271 sayılı CMK. 149/3 uyarınca sanığın müdafınin yanında bulunma ve hukuki yardımından yararlanma hakkı engellenemez kuralı çerçevesinde ve ayrıca yerel mahkemeler olarak TC mahkemelerinde verilen kararlardaki adil yargılama hakkının ihlali şikayetlerinde verdiği kararlarda kendi içtihadını yaratmakta olan Avrupa insan hakları mahkemesi içtihadlarında ve ayrıca Anayasa mahkemesinde yüce divan sıfatı ile yargılama yapıldığı sırada Başbakanlık görevi yapan eski bir kamu memuru ve eski bir enerji bakanı yargılama boyunca savunmanı olan avukatının yanında oturmuştur. Ayrıca verdiği içtihadlara uyulmadığı taktirde yargıçlık makamında görev yapan kamu memurlarının terfi ve sicillerinde etkili olan yargıtayın bir çok içtihadında ve ayrıca Beyoğlu 3 ağır ceza mahkemesinde savunmanlık görevimizi yaparken talebimiz üzerine verilen yerel mahkeme kararlarında hepsinin ortak özelliği sanığın müdafisi ile yan yana oturması yönündedir. Bunu sağlayan sadece yasal metin olarak 5271 sayılı yasadır. Mahkeme heyetince ya başka bir yasa ya aynı yasanın başka bir maddesi veya aynı kanun maddesinin basit. Türkçe ve düz cümle olarak yazılan metninin yorumlanmasında açık bir dayanak gösterilerek ve sadece yasal dayanak gösterilerek verilecek karara uyacağımızı ancak teamül denilen geleneksel ve alışkanlıklara dayalı anlayışlarla verilecek kararın hukuk kurallarını çiğneneceğinin bilinmesini ve bu konuda bir ara karar verilmesini talep ederiz dedi.

Sanığın müdafi avukatları yanında sorgusunun alınmasına karar verilip duruşmaya devam olundu

SANIK ÖMER KAVİLİ : Yusuf ve Diniye den olma. 1960 doğumlu. KADIKÖY -RASÎMPAŞA MAHALLESİ nüfusuna kayıtlı dosyadaki adreste oturur. İstanbul barosu avukatlarından 15638 sicil nolu avukatı, evli. 1 çocuklu. Okuryazar. Sabıkasız.

Sanık kimliğinin tesbitinde ve savunmasında ayağa kalkmadan savunmalarını yapmaya devam etti.

Sanık söz aldı - mahkeme başkanı yeniden benim ayağa kalkmadan savunma yaptığım yönünde tekrar tekrar mobing şekilde tutanağa geçirilmiştir bu hususta benim ayağa kalkmadan savunma yapmama karar verilmesini ve bir daha da bu konunun gündeme getirilmemesini rica ediyorum dedi.

Sanık söz aldı :Meşru olduğu varsayılan meclisin çıkarttığı 5271 sayılı CMK. 223. madde hüküm fıkrasının nelerden oluşacağını tadad ederek "numerus clausus " yani tüketerek sayma yöntemi kullanarak tek tek saymıştır. 231. maddenin son fıkrasında ise duruşmanın bittiği açıklandıktan sonra hüküm fıkrası okunur. Hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir kuralı yazılıdır. Bu cümlenin içerisinde herkes denirken iddia makamındaki savcı ayırt edilmemiştir. Yurt dışı Almanya uygulamasında kararı açıklayan mahkeme heyetindeki yargıçlar bile temsil ettikleri varsayılan "millet" önünde kendileri de ayağa kalkmaktadırlar. Ayrıca 55. maddede tanıkların yemini sırasında herkes ayakta dinler kuralı çerçevesinde yasa yalnızca esas hakkında hüküm fıkrası ve yemin yani sadece bu iki durumda ayakta olunacağını buyurmakta, diğer konuşmalarda ve ara kararlarda ayağa kalkılmasını gerektiren bir yasa kuralı bulunmamaktadır. Kanunlara bağlı kalacağına yemin ederek göreve başlayan yargıçlık makamında görevli kamu görevlilerinden isteğimiz, teamül yani alışkanlık yerine yasa kuralının mahkeme salonunda uygulanmasını hayal etmemizdir. Mahkeme kurulunun vereceği karar yasa kuralının geçerli olup olmayacağına anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu konuda ara kararı verilerek bu konunun yasa kurallarına göre çözülmesi ve mahkeme başkanının hem sözlü olarak hem de tutanağa yazdırarak oturmamız hususunun bize karşı rahatsız edici ve hasmane bir algılamaya yol açmasının engellenmesini isteriz dedi.

G.D : Sanığın oturarak savunma yapmasına mahkemece karar verilmiş olduğundan bu hususta yeniden bir karar verilmesine yer olmadığına oy birliği ile karar verilip duruşmaya devam olundu.

Sanık söz aldı : Kadıköy C.B.S nın - Kadıköy 2 ağır ceza mahkemesine vermiş olduğu iddianame üzerine Kadıköy 2 ağır ceza mahkemesi tarafından bir tensip zabtı düzenlemiş bu tensip zabtında yasalara uygun şekilde iddianamenin bir örneğinin tebliğ edilerek tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde delillerin toplanmasını istemem hususunda ve ifade vermem hususunda usule uygun şekilde bir karar verilmiş olmasına rağmen 10.05.2010 tarihinde yani aynı gün iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Bu tebligat bize yapıldıktan sonra mahkemesine başvuruda bulunarak yasalar çerçevesinde dosyanın bir örneğini talep etmemize rağmen dosyanın örneği bize verilmedi bu konuda mahkeme başkanının pazartesi günleri dışında dosyalardan fotokopi verilmeyeceği hususunda yazı işleri müdürünün mahkeme başkanın bana böyle bir talimat ı var diyerek bu dosyanın fotokopileri tarafımıza verilmedi. Dilekçe ile baş vurmamız üzerine hatta Ceza mahkemeleri yazı işleri yönetmeliğinin maddelerini de yazdık. Bu usule uygun olan talebimize öfkelenen mahkeme başkanı ve heyeti acilen toplanarak bize dosyanın fotokopisini vermeden önce ve bu dosyanın fotokopilerini vermeden son soruşturmanın açılmasına acele bir karar vererek şeklen bir karar vermiş oldu oysa bu karar hukuka aykırıdır çünkü savunmayı çökerten savunmanın toplanmasını isteyeceği kanıtları toplamayan sadece kağıt üzerinde tebligat artı dilekçe görüntüsü çerçevesinde şekli bir karar verilmiş yani hukuka karşı hile uygulanmıştır. Ve bu karar aynı zamanda şu anda yargılamayı yapan mahkemenizin yargı yetkisini de ortadan kaldıracak niteliktedir oysa o mahkemenin yetkisi avukatlık hukuk açısından sadece ve sadece avukatlık mesleği çerçevesinde avukatlık mesleğinin bağımsız -korkusuz , özgür biçimde yerine getirilmesi için suç olduğu iddia olunan davranışın avukatlık hususunun gereği olup olmadığını araştırmaktır, ve bu araştırmanın sonunda verilecek karar ise mahkeme kararı olmayıp sadece ' iddianame yerine geçen belge niteliğinde 'lacaktır. İşte bu şekilde hukuki çiğneyerek görüntüde verilmiş olan kararın CMK. 174 uyarınca iddianame yerine geçen belgeyi düzenleyen KADIKÖY 2 AĞIR CEZA MAHKEMESİNE iadesine karar verilmesini isteriz dedi.

Sanık müdafi AV. BORAN ÇİÇEKLİ SÖZ ALDI : müvekkilimiz meslektaşımızın C.B.S ca alınan ifadesi sırasında benimle beraber iki avukat arkadaşımız daha olmasına rağmen sadece duruşma günü tebliğ edildi. Kadıköy 2 ağır ceza mahkemesine hitaben düzenlenen Kadıköy C.B.S nın iddianamesi bize tebliğ edilmedi. Ayrıca son soruşturmanın açılmasına dair karar da bize tebliğ edilmedi.bizde meslektaşımızın beyanları doğrultusunda iddianame niteliğindeki son soruşturma açılmasına dair kararın iadesine karar verilmesini isteriz dedi

İDDİA MAKAMINDAN BU KONUDAKİ GÖRÜŞÜ SORULDU : yargılamada geriye dönülmezlik ilkesinin bir şekilde istisnasını oluşturmayan son soruşturmanın açılması kararı ile kovuşturma evresinin başladığı görüşündeyiz dedi.

G.D : İstem gibi :Son soruşturmanın açılmasına dair karar ile mahkememizde kovuşturma evresi başlamış olduğundan CMK. nun 174 maddesinde yazılı iddianamenin iadesi ( yada iddianame niteliğinde olan son soruşturmanın açılması) kararının iadesini gerektiren koşullar bulunmadığından bu yöndeki taleplerin reddine oy birliği ile karar verilip duruşmaya devam olundu.

Son soruşturmanın açılmasına dair karar okundu. Sanığa, CMK 191-147 md.si gereği yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu şüpheden kurtulması somut delillerin toplanmasını isteyebileceği ayrıca müdafi seçme hakkının bulunduğu,müdafı seçecek durumda olmadığı takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilebileceği hakları hatırlatıldı. Savunma için süre istemiyorum. Savunmamı yapacağım dedi.
SANIK ÖMER KAVİLİ SAVUNMASINDA : mağdur olan C.Savcısı P. K. emekli olmuştur ayrıca emekli olduğu gerekçesi ile mahkemece kendisine yapılan tebligat adresinde bulunamadığından tebligat yapılamamış ve bu davadan haberdar edilememiştir. Oysa teşkili tarafeyn etmedikçe yani tarafları bir araya getirmedikçe yargılama yapılmaz ilkesi çerçevesinde benim işlediğim iddia olunan davranış ile zarar gördüğü mağdur olduğu iddia olunan kişinin duruşmada hazır edilmesini ve onun katılımı ile duruşmanın yapılmasını istiyoruz, kaldı ki davamızın suçu ihbar edenin yani muhbiri de bulunmaktadır, bu muhbir aynı zamanda olay ve olaylara tanık olmuştur. Prf. NURULLAH KUNTEN in Ceza muhakemesi kanunda yazdığına göre duruşma hazırlık işlemleri bitirildikten sonra duruşma günü belirlenir ve 5271 sayılı yasaya göre de duruşmada teklik ilkesi geçerli olup, zorunlu haller olmadıkça duruşmaya ara verilmez kuralı yazılıdır. Bu hukuksal dayanaklar çerçevesinde öncelikle davanın taraflarına usulüne uygun tebligat yapılmasını ve ifade verme işlemi sırasında benim aleyhimde beyanda bulunacaklarını bildiğim halde karşı taraf gösterilenler ile diğer üçüncü kişilerinde usulüne uygun davetiye ile çağrıldıktan sonra duruşma yapılmasını ve duruşmaya ara verilmesini talep ediyorum dedi.

G. D :istem gibi 1- ihbar eden KARTAL 5 ASLİYE CEZA MAHKEMESİ hakimi yasal görevi gereğince duruşmada işlendiğini lire sürdüğü bir suçla ilgili tutanak düzenleyip bunu ilgili C.B.S na bildirmesinden ibaret bir eylemi nedeni ile dosyanın tarafı niteliğinde olmadığından son soruşturma açılması kararında mağdur olarak gösterilen C.Savcısı P. K. soruşturma aşamasında da bu konu ile ilgili kişisel bir başvurusu ve şikayeti olmadığından duruşmaya gelme zorunluluğu da bulunmadığından sanığın bu gerekçelerle duruşmanın ertelenmesi yönündeki talebinin reddine karar verilip duruşmaya devam olundu.

SANIK ÖMER KAVİLİ İFADESİNDE : Bizim 5 Asliye Ceza Mahkemesindegörülmekte olan davada sanık EROL müdafisi olarak görev yaptığımız doğrudur, o günduruşma salonunda başka şeyler de olmuştur. O davada her iki sanık karşılıklı mağdur sanıkdurumda idiler. Sanık müdafisi olarak tıpkı şimdi mahkemenizde olduğu gibi müvekkilimolan sanığı yanıma alarak diğer meslektaşımdan ayrı masaya geçip oturmamız üzerinemahkemede yargıç olarak görevli kamu memuru A. B. (26… )tarafından her iki avukatın yan yana birlikte oturması gerektiği ve bizim diğer avukatın yanmageçmemiz ayrıca sanık müvekkilimin benim yanımdan ayrılarak duruşma salonunun ortasınave müdafisi olarak benden uzağa geçmesi yönünde talimat vermesi üzerine, biz yasalarınüstünde saydığımız Avukatlık Meslek Kuralları çerçevesinde Avukatın en başta gelengörevinin müvekkiline ait sırları saklama ödevi olduğunu, eğer diğer avukat meslektaşımızlayan yana oturacak olur isek biz avukatlar arasında husumet bulunmadığı ve fakat her ikiavukatın temsil ettiği müvekkilere ait hak ve menfaatin çatışması nedeni ile birbirimizindosya üzerindeki notlarımızı “söz savunmanın " denilmesinden önce karşı tarafça okunmasıveya öğrenilmesi durumunda meslek sırrının ifşası meslek sırrının açığa vurma suçuişleneceği hukuk düzeninin suç işlenerek sağlanamayacağı gerekçesi ile yan yanabulunamayacağımız açıklanarak karşı taraftaki meslektaşımızın yanına geçmedik, bununüzerine yargıç diğer meslektaşımıza o zaman siz o tarafa geçiniz demesi üzerine avukatmeslektaşımız yanımıza gelmiştir. Bunun üzerine ben müvekkilime hitaben biz karşıyageçiyoruz diyerek müvekkilim ile birlikte karşı taraftaki sıraya oturduk. Bunun üzerine yargıçsinirlenerek öfkeli biçimde " bu nasıl iş sözümü dinletemiyorum. Ben size yan yanaoturacaksınız diyorsam yan yana oturacaksınız " demiş isede biz kendisine hitaben '" savunmamakamında görevli avukat olarak bu uslübu kabul etmiyoruz, eğer mahkeme yargıcı olarak duruşma düzeni gerekçesi ile bunları yapmaya çalışıyorsanız bu talebimiz ile ilgili yasal dayanaklar göstererek bir ara kararı vererek problemi çözmenizi istiyoruz ancak bizim gösterdiğimiz hukuk kaynağı olan Avukatlık Meslek kuralını ve 5237 sayılı TCK da yer alan meslek sırrını açığa vurma suçunu işlemeyecek şekilde karar vermenizi istiyoruz '" dememiz üzerine, tama m çok istiyorsanız orda kalın diyerek yasal olarak ara karar verip tutanağa geçmesi gerekirken yasal görevini yapmamış ve kendisine göre bir uslüp kullanmıştır. İşte bu eylemli durum ve yargıcın öfkelenmesi koşullarında duruşma v e savunma yapılmıştır. Son sözler sorulduktan sonra Asliye Ceza Yargıcı kendisi tek yargıç olmasına rağmen " heyet müzakere edecektir salon boşalsın " demiştir. Bu söz üzerine sanıklar, müdafileri ve dinleyiciler hep birlikte dışarı çıkmış isede iddia makamında savcı sıfatı ile görevli kamu memuru içeride kalmıştır. İçeride yargıç ile savcının neler tartıştığını, neler konuştuğunu, dedikodumuzu yapıp yapmadıklarını bilemiyoruz. Bir süre sonra mahkeme mübaşirinin çağırması üzerine, duruşma salonuna girdiğimizde Yargıç kararını açıklayacağını söylediği sırada yönteme ilişkin bir isteğimiz vardır tutanağa yazılmasını istiyoruz dememize itiraz etmiş, ilk anda söz vermek istememiş. Açık ve sert tartışmalardan sonra iddia makamında görevli savcının karar müzakeresi sırasında yargıç ile içeride baş başa kaldığının duruşma tutanağına geçirilmesini istememiz üzerine, " adamcağız orda oturuyor bir şeye karışmıyor " demiş olup bunun üzerine biz " bir kere beyefendi adamcağız değildir C.Savcısıdır bizim itirazımız mahkemenin görüntüdeki tarafsızlık ilkesinin bozulduğuna ilişkindir. Şu anda C.Savcısı içerde kaldığına göre bunun tutanağa geçmesini ve buna ilişkin itirazlarımızı bildireceğiz" dedik ve bizim söylediğimiz sözler yargıç olarak görevli Kamu görevlisi tarafından zabıt katibi olarak görevli kamu görevlisine yazdırılmıştır. O günkü duruşma tutanağı incelendiğinde avukat olarak bizim hukukçu olarak bir çok hukuk kaynağını belirterek iddia makamındaki Savcının karar oluşturulurken yargıcın yanında yer almasının hukuken nasıl yanlış olduğunu açıklamaya çalıştık. Ve bizim sözlerimizi tutanağa yazdırtan ve bizim hakkımızda aradan uzun bir süre geçtikten sonra suç duyurusunda bulunan o mahkemenin yargıcı sözlerimizi kendine göre yazdırtmıştır. Şu an geldiğimiz durum tamı tamına Aziz Nesinlik bir durumdur. Kendi yazdırdığı sözler ile bizi sanık olarak yargılatan güç dizginlenmesi gereken bir güçtür. İsyan edilmesi gereken bir güçtür, bu güç otoriteyi temsil etmektedir. Bu otorite gücünü alışkanlıklarından almakta ve fakat uyması gereken hukuk kurallarını hiçe sayarak oluşmaktadır. Bizim sözümüzün yazılmış olduğu tutanak insanoğlu insan tarafından yazdırtılmış ve insan oğlu insan tarafından yazılmıştır, yani o tutanak kutsal değildir. Hatasız değildir. Yanlışlık, eğrilik niteliklerinden ve dokunulmazlık niteliğinden uzakta değildir. Bizim duruşmada söylediğimiz sözün tam olarak ne olduğunun anlaşılması açısından bu güne kadarki soruşturmacıların hiç biri yani Kartal Savcısından Kadıköy de görevli kamu memurlarına kadar hiç biri olayın kendisini araştırmamış, sadece ve sadece tutanağa anlaşılmaz bir kutsallık atfederek tutanakta yazdıysa doğrudur mantığı ile bu davayı açmışlar ve mahkemenizi ve bizleri boşu boşuna meşgul etmişlerdir. Bizim o duruşmada açık ve sert tartışmalarla hukukun temsilcisi olduğu kitaplarda yazılı olan yargıca anlatmaya çalıştığımız husus aslında bu mahkemenin başkanı ile de 2005 - 2006 yıllarda yaşanmıştır. Nitekim mahkeme başkanı HÜSEYİN ÖZTÜRK ün tutum ve davranışı ile ilgili olarak hakkında tutanak tutmuştuk ve örgüt üyesi olduğumuz için örgütümüze bildirmiştik. Örgütümüz ise "örgüt şefim Laz Kazım " zamanında Adalet Bakanlığına bildirilmiş olup Bakanlık 30 Temmuz 2006 tarihinde bizim talebimizi doğrulayan nitelikte " heyet müzakere ederken savcılar dışarı çıksın " başlığı ile 31 Temmuz 2006 tarihli gazetelerde yer alan genelgeyi yayınlamış ve ayrıca bir soruşturma açıldığı da o tarihte bize bildirmiştir. İşte 5 Asliye Ceza Mahkemesindeki işlemlerimizin itiraz yolu ile incelemesini yapan şu andaki Kartal 2 Ağır Ceza Mahkemesi itirazı inceledikten sonraki tarihte 5 Asliye Ceza Mahkemesi Yargıcı tarafından suç ihbarında bulunulmuştur. Öyleyse duruşma salonunda olan bitenin doğrusunun ne olduğunu anlayabilmek bakımından hem kendilerine doğrudan soru sorma ve çapraz sorgu yöntemlerini uygulayabilmemiz nedenleri ile o mahkemede yargıç sıfatı ile görevli A. B. ( 26… ) in ve ayrıca duruşma savcısı P. K. ( 20… ) ile duruşma salonundaki diğer kişilerin tanık sıfatı ile dinlenmelerin istiyoruz, dedi.

G.D : Sanığın savunmasının alınmasından sonratanık yada sanığın talep ettiği savunma tanıklarının dinlenmesine karar verileceğine oy birliği ile karar verildi duruşmaya devam olundu.

SANIK ÖMER KAVİLİDEN kendisine atılı " Devletten maaş alması dışında başka hiçbir özelliği olmayan iddia makamı yerinde oturuyor " şeklinde bir beyanda bulunup bulunmadığı hususunu açıklaması istendi:

O gün bizim hukukun kürsü eli ile çiğnenmesi karşısında söylediğiniz çok sözler olmuştur. Ancak bizim söylediğimiz sözler mahkemenin yargıcı tarafından hem de kanunen yetkisi olmadığı halde zabıt katibine yazdırtılmıştır. Zabıt katibinin yazdığı tutanakta bu sözler yer almakta ise de bu sözler bu haliyle bizim tarafımızdan söylenmiş sözler değildir. Tutanaktaki sözler tutanağı yetkisiz şekilde yazdırtan o mahkemenin yargıcına aittir. Bizim söylediğimiz sözler daha başkadır. Bizim söylediklerinizin tamamına bakıldığında bu husus açıkça görülmektedir, kaldı ki duruşma Savcısı P. K.’ın hangi özelliklerinin var olduğunu kendisini daha önceden tanımadığım için bilmem de olanaksızdır. Oysa bizim söylediğimiz sözleri mağdur gösterilen kişi huzurda duymuştur. Ve söylediğimiz sözlerin neler olduğunu doğrudan bilmektedir. Bizim konuşmamıza tanıktır. Tutanak denilen kağıt parçası ile aksi ispat edilemez yani " jiuris fıdiction " değildir. Yani kutsal değildir. Tutanağı tutturan ve tutanlar kendilerine baksınlar,savunma makamında görevli İstanbul barosu üyesi avukat olarak bizim duruşmada C.Savcısına hakaret edeceğimizi düşünenlerin düşüncesi dahi kendileri ile ilgili bir problemdir. Bizim duruşma savcısına hakaret etmemiz için hiçbir sebep yoktur. Türk dil kurallarını ve hitabet yani seslenme, konuşma özelliklerini kullanarak söylediğimiz sözleri hakaret yönünde yanlış yazanlar var ise bizi ilgilendirmez. Ancak duruşma savcısının huzurunda olan konuşmamızda eğer iddianame denen kağıtta yazdığı gibi hakaret olması durumunda Cumhuriyet Savcısı unvanı taşıyan kamu görevlisinin hiçbir tepki göstermemesi karşısında onurunun zedelenmesine rağmen sessiz kaldığı iddia olunabilir ki. biz bilgi ve terbiyemiz çerçevesinde onu iddia etmedik etmeyeceğiz dedi.
Cumhuriyet Başsavcıhğındaki 18.03.2010 tarihli ifadesi okundu - Benzer olduğu görüldü
Nüfus ve sabıkasızlık kaydı okundu. Doğrudur. Okunan kayıtlar bana aittir dedi.
Tanık S. H. nın hazır olmadığı anlaşıldı.
Bu arada Sanık müdafi AV NAİME NİDA AÇIKALIN duruşma salonundan çıktığı görüldü.

Sanık müdafi AV.BORAN ÇİÇEKLİ SÖZ ALDI : müvekkilim meslektaşım olayı ayrıntıları ile izah etti. bir konuşmanın içerisinden cımbızla birkaç kelimenin çekilip çıkartılması halinde her konuşmada bir suçlu bulunabilir müvekkilim meslektaşım burada hem müvekkilinin haklarını hem de savunmanın nasıl yapılması gerektiğini savunmuş, silahların eşitliği ilkesi gereğince salondan savunma tarafı çıkarıldığı zaman iddia makamının da çıkarılması gerektiği yönünde mahkeme yargıcı ile usulü bir tartışma yapmıştır. Müvekkilimin C.Savcısı ile direk bir tartışması da söz konusu değildir. Orada duruşma savcısını hedef alan bir hakaret kastı da yoktur, bu cümle şöyle de kurulabilirdi silahların eşitliği ilkesi gereğince bu cümle şöyle de kurulabilirdi savunma ile iddia makamı arasındaki tek fark birinin devletten maaş alıp diğerinin almamasıdır şeklinde de olabilirdi, müvekkilim son soruşturmanın açılması kararında ve iddianamede belirtildiği şekilde bir cümle kullanmadığını hem soruşturma evresinde hem de mahkemenizdeki ifadesinde beyan etmiştir, velevki bu sözü söylemiş olsa bile kesinlikle mağdura karşı hakaret kastı söz konusu değildir. Bu olayda deliller toplanmamış sadece tutanağı yazan zabıt katibi dinlenerek dava açılmıştır ki uzun sayfalar dolusu yazı yazan zabıt katibinin olaydan sonra ne yazdığını hatırlaması da mümkün değildir dedi. ayrıca zabıt katibi yargıcın emri altında olan bir kişidir bunun beyanına dayanılarak dava açılması usule aykırıdır dedi.


G.D.İSTEMGİBİ
1-Mağdur P. K.'a adresinin kalemce araştırılıp tesbit edildikten sonra son soruşturmanın açılması kararı ile birlikte duruşma gününün açıklamalı çağrı kağıdı ile tebliğine.
2- Sanık ve müdafıne savunma tanıklarını adreslerini v ekimliklerini bildirmesi hususunda süre verilmesine. Bildirildiğinde açıklamalı çağrı kağıdı ile duruşmaya celplerine, hazır edildiklerinde de dinlenmelerine.
3-Kartal 5 Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/479 esas sayılı dava dosyasının celbine.
4-Zabıt mümzi tanık S. H. M. nın yeniden duruşmaya çağrı kağıdı ile celbine.
5-Kartal 5 Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/479 esas sayılı dava dosyasında olayın geçtiği iddia olunan duruşmada bulunan sanık E. Ü. ile sanık Ş. M. ve AV. ALİ KÜVER in tanık olarak dinlenmek üzere çağrı kağıdı ile celplerine.
6-Mahkeme yargıcı A. B. in dinlenip dinlenmeyeceği hususunda bu tanıkların dinlenmesinden ve dosyanın incelenmesinden sonra karar verilmesine.
7-Duruşmanın 28/01/2011 günü saat 1O.OO'a bırakılmasına oy birliği ile karar verildi. 12/10/2010
Başkan 23988Üye 38398Üye 37412Katip69654

--
Avukat Ömer K A V İ L İ

İstanbul Barosu - 15 638

Dr. F. Atabey Cad No:80 Kat:1 / 24-25
ÜSKÜDAR 34672 İSTANBUL
0532 322 00 23
0216 553 54 23Sevan Nişanyan ve Ali Nesin'den davet

Merhaba arkadaşlar,

Yeni Anayasa yapılacak görünüyor. Ülkenin yeni düzeni nasıl olmalı? Şimdi konuşmazsak bir daha sözümüzü duyurma fırsatımız olmaz herhalde. Hakkımız da olmaz.

Kürtçe serbest olmalı mı? Laiklik nasıl tanımlanmalı? Yerel yönetime hangi yetkiler verilmeli? Başkanlık sistemi nasıl olur? Zorunlu askerlik kalkmalı mı? İkinci meclise gerek var mı? Üniversitede merkezi denetim gerekir mi? Yargıda aksayan nedir?

Bunları ve buna benzer onlarca yakıcı konuyu, Sevan Nişanyan ve Ali Nesin'le birlikte, insanların birbirini duyabileceği rahat bir ortamda enine boyuna konuşalım istedik. Katılırsanız seviniriz. Sohbete katkıda bulunabilecek arkadaşlarınızı da çağırabilirsiniz.


NE ZAMAN: Bu Pazar ve her Pazar saat 14.00
NEREDE: Nesin Matematik Köyü, Şirince, Selçuk
ULAŞIM: İzmir-Selçuk 74 km. Selçuk'tan Şirince'ye her yarım saatte minibüs var. Matematik Köyü için köy girişinden sola dönün, 1 km gidin.
DÖNÜŞ: 19.00'a kadar İzmir'e ulaşım var. Yeterli katılım olursa otobüs ayarlarız.
YEMEK: Tok gelin. Gerek olursa akşam yemeği organize ederiz.

Zorunlu haller için telefon (Nişanyan Hotel): (232) 898 3208.

TÜRKİYENİN İNSAN HAKLARINA SAYGILI DEMOKRAT YAZARLARINA AÇIK MEKTUP



Doğan Akhanlı, kriminal soyguncu ya da bir katil değil, yüreği halkların dostluğu için çarpan bir insan hakları savunucusu, gerçeklere saygılı, medeni cesaret sahibi bir yazardır. Onu 12 Eylül Cuntasının iftirasına karşı korumak, haksız yere özgürlüğünün gasp edilmesini engellemek, en başta haklıdan yana olan vicdan sahibi yazarlarımızın gerçek adaletten yana olanlarımızın görevidir.

Sayın, Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal, Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Yalçın Ergündoğan, Ece Temelkuran, Ali Bayramoğlu, Baskın Oran, Perihan Mağden, Erol Özkoray, Leyla İpekçi, Ragıp Zarakolu, Oya Baydar, Yıldırım Türker... ve daha onlarca ve hatta yüzlerce adını saygıyla anmak istediğimiz ülkemizin değerli aydınları, yazarları.

Yıllardır sürdürdüğümüz insan hakları ve demokrasi mücadelemizde ilk defa sizlere açık bir mektupla başvurarak, Türkiye’nin hak ve adalete ilişkin geleceğini yakından ilgilendiren bir davanın gidişatına tanık ve adaletsizliğe müdahil olmanızı rica ediyoruz. Bu dava, Doğan Akhanlı’ya haksız yere isnat edilen gasp ve cinayet davasıdır. Gerek tek tek bireyler olarak gerekse bağlı bulunduğunuz kurumlar olarak bu haksızlığa karşı durmanızı rica ediyoruz.

10 Ağustos'tan bu güne kadar gerek ülke basınında, gerekse başta Almanya olmak üzere birçok Batı Avrupa basınında Erdoğan Akhanlı’nın (yazar adı Doğan Akhanlı) tutuklandığına dair çıkan haberlerin dikkatinizden kaçmadığı inancındayız. 12 Eylül cuntasının damgaladığı, hapse tıkıp işkenceden geçirdiği, ancak elinden kaçırdığı için ona, kestiği “faturayı” ödetemediği, nefretin bir ifadesi olan “vatandaşlıktan atma” ile cezalandırdığı Doğan Akhanlı, 19 yıl aradan sonra gittiği ülkesinde, İstanbul havaalanına iner inmez yeniden tutuklanmıştır. Cuntanın, 20 yılı aşkın bir süre önce Doğan’ın üstüne yıkmaya çalıştığı “silahlı gasp ve adam öldürme” suçlaması tekrar önüne konmuştur.

Doğan Akhanlı hayatından endişe ettiği için birçok 12 Eylül mağduru politik mülteci gibi o da ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Almanya’nın Köln kentinde politik sığınma başvurusu kabul edilen Doğan Akhanlı, demokratik hak ve özgürlüklerinden daha iyi yararlanma imkânı bulduğu liberal bir ortamda fevkalade verimli çalışmalar yürütmüştür. İnsanlığa karşı işlenen suçlar alanında yürüttüğü çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ısrarla inkâr ettiği soykırım tabusunun yıkılmasında önemli bir rol oynamıştır. Onun, “Kıyamet Günü Yargıçları” adlı eseri, bu çalışmanın en güzel örneklerinden bir tanesidir.

Bizim, parası için katledilen bir insanın katilinin ve suç ortaklarının bulunmasına, hak ettikleri cezaya çarptırılmalarına hiçbir itirazımızın olmadığı kadar, düşünceleri çürütülemeyen politik bir rakibin, toplumsal hayattan tasfiye edilebilmesi için iftiraya uğratılmasına, özgürlüğünün gasp edilmesine de tahammülümüz yoktur. Doğan Akhanlı’nın düşüncelerini ve mücadelesini mahkûm etmeyi göze alamayan cunta zihniyeti, onu toplumsal hayattan tasfiye etmek için“gaspçı bir katil” yapmanın daha uygum bir strateji olacağını düşünmektedir.

Bu güne kadar yapılan üç mahkeme duruşmasının seyrine şöyle bir bakıldığında, amacın hiçte adaletin yerini bulması olmadığı, tersine hakkın hukukun ayaklar altına alınmak istendiği açıkça görülmektedir.

» 1. Ne bunda 20 yıl önce Doğan Akhanlı’yı tutuklayan cunta hukukunun, ne de onu bu gün hapiste tutan mahkemenin normal hukuk devleti normlarına uyan hiçbir tutarlı kanıtı bulunmamaktadır.

» 2. Doğan Akhanlı’nın tutuklanmasına gerekçe gösterilen iki “delil” ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi işkence altında ifadesi alınan Hamza Topal’ın Akhanlı’yı zan altında bırakan şahitliğidir. Topal, daha o zaman mahkemede bu ifadenin kendisine işkence altında kabul ettirildiğini ve doğru olmadığını açıklamıştır. Bir süre önce Akhanlı’nın tutukluluk haline itirazın görüşüldüğü ikinci mahkemede söz konusu ifade Hamza Topal tarafından yeniden (bu kez yazılı olarak) yalanlanmıştır. Hamza Topal, 1992 de alınan ifadenin, kendisine okuma fırsatı bile verilmeden işkence altında imzalatıldığını ve hala gördüğü işkencenin bedensel ve psikolojik olarak acısını çektiğini belirtmesine rağmen, Türk adaleti, Akhanlı’yı hapiste tutmak için bunu delil kabul etmektedir.

» 3. Mahkemenin Akhanlı’yı hapiste tutmasının diğer “kanıtı” ise, Maktulün olay yerinde olan oğullarının Akhanlı’yı o zaman fotoğraftan “teşhis etmiş” olmaları. Mahkemenin bu “kanıtı” da hukuk adına tam bir skandal niteliği taşımaktadır. Olaydan sonra Polis maktulün oğullarının önüne bir tek Akhanlı’nın fotoğrafını koyarak “başka katil olamayacağı” doğrultusunda ifadelerini yönlendirmiştir. 13.08.2010 tarihindeki tutukluluk haline itiraz edilen duruşmada bu skandal ortaya çıkmıştır. Fotoğraf teşhisi 20 yıl aradan sonra yeniden yapılmak zorunda kalınmıştır. Maktulün oğulları, Doğan Akhanlı’yı zanlı olarak teşhis edememişlerdir. Olay yerinde bulunan iki şüpheli çanda ise, Akhanlıya ait hiçbir iz bulunamamaktadır.

» 4. Doğan Akhanlı’yı Parlamento kararı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından atılmış olmasına rağmen, mahkeme onu “sanık sandalyesine” yeniden “Türk vatandaşı” olarak oturtmak istemektedir. Hal bu ki, Doğan Akhanlı 2001 yılından beri Alman vatandaşıdır. Bu durumda TC devletinin benimseyip imzalamış olduğu uluslar arası anlaşma gereğince Doğan Akhanlı’nın tutuklanmasından hemen sonra, Federal Almanya İstanbul konsolosluğu haberdar edilmek zorundadır. Davayı yürüten savcı bu durumu umursamamış ve Akhanlının “Türk vatandaşı olması” dolayısıyla, Alman konsolosun “korumasına ihtiyaç olmadığını” bildirmiştir. TC Vatandaşlığından atılma belgeleri konsolosa iletildikten sonra konsolosun, savcıya görevini resen yerine getirmesi için rica etmesine rağmen, 23.08.2010 tarihine kadar Doğan Akhanlı’nın tutuklandığı kendilerine bildirilmemiştir. Burada da kasıtlı olarak uluslar arası anlaşmanın ihlal edildiği acık bir biçimde görülmektedir.

Bütün bu olup bitenler göz önünde bulundurulduğunda gidişatın hukuk devleti normları ile bağdaşan hiçbir yanı bulunmamaktadır. Siz aydınlar Türkiye’de adaletsizliğin ocakları nasıl söndürdüğünü bilirsiniz. Ezilenlerin vicdanı olma çabanızda karşınıza çıkartılan engelleri bilirsiniz. Bilirsiniz, adaletsizliği vicdanına sığdıramayan Bahriye Üçok’ların, Abdi İpekçilerin, Musa Anter’lerin, Hrant Dink’lerin… Daha nice öncelerinin ve sonralarının başlarına gelenleri. Bu nedenle Doğan Akhanlı'ya karşı kurulan tuzağın boşa çıkarılması için gereken duyarlılığı göstermenizi rica ediyoruz.

Bizler Doğan Akhanlı’yı yılladır omuz omuza sürdürdüğümüz insan hak ve özgürlükleri mücadelemizde, inkâr edilen, insanlığa karşı işlenmiş suçların kabul görmesi ve kamu vicdanında mahkûm edilmesi için sürdürdüğümüz ortak mücadelemiz içinde tanıdık. Onu daima sarsılmaz bir inançla sözünün ve eylemlerinin arkasında duran medeni cesaret sahibi bir insan olarak tanıdık. Doğan Akhanlı işlediği cinayeti inkâr edecek kadar alçalmış zavallı bir katil değildir. Doğan Akhanlı, baskısız korkusuz insanca bir gelecek için hak ve adalet arayanların vicdanıdır. Doğan Akhanlı derhal serbest bırakılmalıdır!

Dostça selam ve saygılarımızla.

Frankfurt, 15.09.2010


» Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main; Soykırım Karşıtları Derneği(SKD); İletişim: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net

» TÜDAY: Türkiye/Almanya İnsan Hakları Derneği
MenschenrechtsvereinTürkei/ Deutschland
Adresi: Melchiorstr. 3, D-50670 KÖLN
Tel.:0221-724077 fax:(0)221-739242



Savunma susturulamaz
“Res tantum valet,
quantum vendi potest!”[*]


Yeni adlî yılın açılışının eşiğinde, Anayasa değişikliğine ilişkin referandum, Adalet Bakanlığı-HSYK kapışması, Ergenekon duruşmaları, tutuklanıp salıverilmeleri bir “tahterevalli” oyununa dönüşen “darbe zanlısı” TSK mensuplarının durumu vb. “krizler”in depremiyle sarsılan Türk hukuk sisteminde kimsenin fark etmediği bir yara, kanamaya devam ediyor; ve üstüne üstlük de açıldıkça açılarak.

Oysa bu yara, belki yukarıda sayılan “büyük kıyametler”den çok daha güncel, çok daha can yakıcı biz, bu ülkenin ayrıcalıksız, sıradan yurttaşları için.

İnsan hakları savunucusu avukatlar hakkında yapay suçlamalarla birbiri peşi sıra açılan davalar, doğrudan, hak ihlâllerinin sürekli hedefini oluşturan biz sosyalistler, militan işçiler, Kürtler, muhalif aydınlar, ana-akım dışı gazeteciler, insan hakları savunucuları, vicdanî redciler, Çokuluslu şirketlerin çıkarlarına taş koyan çevre eylemcileri…nin savunma hakkını hedef tahtasına yerleştiriyor, onları savunmasız bırakmayı hedefliyor, çünkü.

Avukat Levent Kanat’ın bu konudaki kuramsal çerçeveyi çizen makalesinde net bir biçimde açıklıyor: [**] AİHM kararlarının da zorlamasıyla siyasal nitelikli soruşturma ve yargılamaların tüm aşamalarında avukat bulundurulması ve avukat yardımından faydalanılmasının hukuki güvenceye bağlandığı yakın zaman öncesine dek, kolluk kuvvetleri, yargı sürecinin doğrudan müdahili, savcısı, hatta yargıcı konumundaydı. Soruşturma ve yargının tüm aşamalarında avukattan yararlanma hakkı, biz “ayrıcalıksız muhalifler” açısından bir yaşam ve temel haklar sigortası işlevi görmektedir.

Ve bu, kolluk kuvvetlerine “kâtiplik”, “noterlik” yapmayı reddeden bir avuç onurlu avukat sayesinde mümkün olmuştur: Onlar; yani her başımız sıkıştığında yanı başımızda bulduğumuz, vicdanlarını cüzdana tahvil etmemiş, haksızlıklara boyun eğmeyen, her zaman ezilenlerin, sömürülenlerin yanında saf tutmayı görev bilen, baskılara, tehditlere pabuç bırakmayan, mesleğin yüz akları…

Şimdi Filiz Kalaycı, Hasan Anlar, Halil İbrahim Vargün, Murat Vargün, Selçuk Kozağaçlı, Şiar Rişvanoğlu, Taylan Tanay kişiliğinde “onlar” sindirilmeye çalışılıyor. İsteniyor ki, savunma mesleği, yargı sürecinin geri kalan unsurları gibi güvenlik güçlerinin kestiği cezaya sessiz sedasız uzatsın müvekkilinin boynunu. Düzenin tornasına boylu boyunca uzanmayı reddeden muhaliflerin, başkaldıranların, itiraz edenlerin “te’dip ve terbiye” edilmesi mekanizmasının bir dişlisi olsun… “Hak-hukuk” denildiğinde ensesi kalınların iş takipçiliğinden başka bir şey düşmesin aklına…



FİLİZ KALAYCI,
HASAN ANLAR,
HALİL İBRAHİM VARGÜN,
MURAT VARGÜN:
İHD üyesi dört avukat, “PKK üyeliği”, “örgüte yardım ve yataklık” suçlamalarıyla, 9 Kasım 2009’dan beri yargılanıyorlar. Avukatlar aleyhine gösterilen deliller, kimi sanıkların polis baskısıyla alınan (ve sonradan mahkeme huzurunda yalan olduğunu beyan ettikleri) ifadeler, kaynağı belirsiz ihbar e-postaları, yasadışı dinleme kayıtları, avukatların katıldıkları hak ihlâllerini protesto eylemleri vb.’nden oluşmakta. Avukatların bir sonraki duruşmalarının tarihi: 23 Eylül 2010, Perşembe. Duruşma yeri: Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi…
SELÇUK KOZAĞAÇLI: Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı hakkında, dernek adına düzenlenen bir basın toplantısında, 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen ve tüyler ürpertici bir istihzayla “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon sırasında Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan (şimdiki HSYK üyesi) Ali Suat Ertosun’un “Devlet Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmesini eleştirmesinin ardından, 9 Şubat 2010 tarihinde, “Cumhurbaşkanlığı makamına ve kamu görevlisine hakaret” iddiası ile TCK 125. maddeden kamu davası açıldı. Kozağaçlı’nın bir sonraki duruşması, 4 Ekim 2010’da, Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.

ŞİAR RIŞVANOĞLU: Gerçek Gazetesi ve Devrimci Marksizm Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve yazarı, Adana Barosu avukatlarından, insan hakları savunucusu Şiar Rişvanoğlu hakkında Haziran 2010’da “özel görevli” cumhuriyet savcılığınca üç soruşturma birden açıldı. Soruşturmaların konusunu, Rişvanoğlu’nun 1-3 Mayıs 2010 tarihlerinde Roj TV’de katıldığı programlarda yaptığı konuşmalar, 21 Şubat tarihinde Diyarbakır’da BDP’nin I. Kongresinde yaptığı konuşma ve Adana’da bir portakal bahçesinde ağaca asılı olarak bulunan Azadiya Welat gazetesi dağıtımcısı Metin Alataş’ın şüpheli ölümü üzerine okuduğu ortak basın açıklaması oluşturuyor. Rışvanoğlu, 2009 yılı yerel seçimlerinde, DTP çatısı altında oluşturulan ittifakın Adana Büyükşehir Belediyesi başkan adayıydı… Rışvanoğlu’nun duruşması, 16 Eylül 2010 tarihinde Adana Özel Görevli 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.


TAYLAN TANAY: ÇHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Taylan Tanay, Ertuğrul Kürkçü ile birlikte kaleme aldığı ve 31 Temmuz 2009 tarihinde Bianet’te yayınlanan “Ali Suat Ertosun’un Yeri HSYK Koltuğu Değil Sanık Sandalyesidir” başlıklı yazısı nedeniyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi ve eski Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürü Ertosun’un şikayetiyle, 15 bin TL tazminat istemiyle yargılanıyor. Tanay ile Kürkçü’nün ilk duruşması, 2 Kasım 2010 tarihinde, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapılacak.
* * *

“Onurumuz ömrümüzden uzun olmalıdır” der, Adnan Yücel… Onların onurları uzun, upuzun oldu hep. Onlar, bizi hiç yalnız bırakmadı…

İmzaya açtığımız bu metinde,“suç”larının, bizim vicdanımızın sesi olduğunu, duruşmalarında yanlarında olacağımızı kamuoyuna duyururuz…

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ

İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Sibel Özbudun, Temel Demirer, Sait Çetinoğlu, Mahmut Konuk, Selçuk Kozağaçlı, Levent Kanat, Pınar Ömeroğlu, Fatime Akalın, Yücel Demirer, Ragıp Zarakolu, Attila Tuygan, Mustafa Kahya, Hüseyin Taka, Hüseyin Gevher,...
[*] “Bir şeyin değeri, birinin ona ödediği bedel kadardır”
[**] Levent Kanat, “Savunma Yargı Kıskacında”
destekliyenler:
Tomris Özden
Mihrac Ural
Levent Sultan
Şerif Yılmaz
Ahmet Çankaya
Hasan
Dr. Nizam öztürk
Nail Öztürk
Dr. Hüssan Hoca
Sabri Ali

Kişisel ve kurmsal destek için: gercekinatcidir@gmail.com

SAVUNMA YARGI KISKACINDA

Levent Kanat
İşleyiş açısından çağdaş ceza hukuku sistemlerinin en önemli özelliği; soruşturma ve yargılama süreçlerinin tüm aşamalarında, soruşturulan veya yargılananın mutlaka hukukçu/savunman yardımından yararlandırılmasının yasal bir zorunluluk oluşudur. Karar süreci tek başına hâkime bırakılmamakla kadı hukukundan ayrılmakta, sadece hâkime ve savcıya bırakılmamakla da kamu düzenini/devlet menfaatini koruma kaygısı insanın değerini koruma kaygısının önüne çıkarılmaması amaçlanmakta. Bu yüzdendir ki ceza yargılamasında hâkim ve savcı kadar savunma makamı da yaşamsal değerdedir. Hâkimin yaptığı iş önemlidir, savcının yaptığı iş de önemlidir ama avukatın yaptığı iş sadece kıymetli değil aynı zamanda kutsaldır. Savunma makamının olmadığı veya etkisiz kılınmaya çalışıldığı durumların yaratacağı sonuçların vehameti nedeniyle kutsaldır, insanın, varlıklar dünyasındaki kıymeti, biricikliği nedeni ile sahip olduğu değerinin hukuk normları karşısında korunması için kutsaldır.

Sıkıyönetim, Devlet Güvenlik, Özel Yetkili Ağır Ceza gibi isimlerle tanımlanan dönemsel mahkemelerdeki siyasal nitelikli davaların hazırlık süreçlerinde, emniyet sorgu, savcılık sorgu ve hâkimlik sorgu süreçlerinde insanlar, yıllarca savunman/avukat yardımından yoksun bırakıldılar. Yargılama sonuçlarında verilen kararlar, çoğu zaman, emniyet, savcılık ve hâkimlik sorgu süreçlerinde avukat/savunman yardımı olmadan alınan ifadelere dayandırıldı. İnsanlar, savunman olmadan, hukuki yardım alamadan alınan veya kendileri ile bir şekilde ilişkilendirilen ifadeler (işkence, aldatma, v.b.şekillerde alınan) nedeni ile idam cezasına, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hâlbuki ceza yargılaması hukukunda, karara dayanak alınacak/alınabilecek delillerin hukuk kurallarına uygun elde edilmiş olması asıldır. Bundan dolayıdır ki hukuka, kanuna uygun elde edilmemiş deliller soruşturma, yargılama ve karar süreçlerinde dikkate alınmaz/alınmamalıdır.

Her tür ceza davasında olduğu gibi siyasal nitelikli davalarda da yasal mevzuat gereği savcılık makamınca yürütülmesi gereken hazırlık soruşturması uygulamada, yaygın bir biçimde bilerek ve isteyerek kolluk kuvvetlerinin insiyatifine bırakılmakta, savcılık, sorgu/ifade alma sürecini kolluk kuvvetlerinin hazırladığı dosya üzerinden takip etmeyi alışkanlık hâline getirmekte, soracakları soruları bile kolluk kuvvetlerinin hazırladığı sorulardan sormak da bir beis görmemektedir. Hâkimlik ise, ifade almayı, emniyet ve savcılık sorgu süreçlerinin kabul edilip edilmemesi üzerine kurmakla yetinmektedir. Bu durum bu şekliyle uzun yıllar, bu süreçlerin hepsinde avukat olmadan yürümüştür. Yani kolluk kuvvetleri, savcılık ve hâkimlik üçlüsü sürecin kağıt üzerindeki özneleri iken savcılık ve hâkimliğin bilerek ve isteyerek sorgu ve ifadesini üzerine kurdukları dosyayı hazırlayan, hukukçu olmayan kolluk kuvvetleri sürecin asli özneleri olmuştur. Siyasal nitelikli davalarda işleyen sürece hukuki usul görüntüsü verilmesine rağmen sorunun asli olarak hukuki görülmediği, terör sorunu, devletin bekası/ güvenliği sorunu olarak v.b. şekillerde görüldüğü ve bu işin asli olarak güvenlik kuvvetlerinin işi olduğu düşünülmüş ve sürecin asli öznelerinin kolluk kuvvetleri olduğu zımnen kabul edilmiştir.

İşkenceye dayalı alınmış veya kolluk kuvvetleri tarafından hazırlanıp imzalatılmış/imzalanmak zorunda bırakılmış ifadelere, atf-ı cürüm mahiyetindeki itirafçı ifadelerine dayalı saldırıların mağduru olmuş insanlar ancak dava aşamasında savunman/avukat yardımından faydalanabilmişlerdir. Fakat, çoğu zaman, hazırlık soruşturmasındaki belirtilen hukuka aykırı usullerle kurulan sürecin dosyası, sonraki yargılama süreci bir usuli yerine getirme ihtiyacından öte algılanmayıp, karara esas alınmıştır.

Uzun yıllara dayanan ve belirtilen şekilde işleyen bu sürecin bir gelenek oluşturması da kaçınılmaz olmuştur. Kısa bir süre önce özellikle AİHM kararlarının zorlaması sonucu, siyasal nitelikli soruşturma ve yargılamaların tüm aşamalarında savunman/avukat bulundurulması ve savunman/avukat yardımından faydalanılmasını hukuki güvenceye bağlayan yepyeni bir yasal süreç başlamıştır. Yeni yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu, avukat olmadan alınan ifadelerin karara dayanak alınamayacağını kanuni güvenceye kavuşturmuştur. Bu yasal düzenleme sonrasında, en azından normsal boyutu ile artık tüm aşamalarda savunman/avukat yardımı alınabiliyor. Yeni yasal düzenleme ile avukat yardımı olmadan alınan ifade, karara dayanak olamadığı gibi bazı durumlarda isteğe bağlı olmadan avukat bulundurma zorunluluğu dahi var.

Uygulamada, yıllardır oluşmuş bir gelenek ve bu geleneğe göre şekillenmiş bu sistemin, bu sistemin aktörlerinin yeni sürece alışmakta, uymakta sorun yaşadığını, bu düzenlemeleri ve gereklerini içselleştirmekte hayli zorlandıklarını görmekteyiz. Aktörler, eski sistemin devamı için direnmişlerdir/direnmektedirler. Görünürde yeni sisteme, yeni kanuni düzenlemeye uygun ama fiilen eski sistemi devam ettiren, kendilerinin hâlen asli özne olduğu, hazırlık aşamasının dosyasının hazırlayıcısı, savcı ve hâkimin de soracağı soruların belirleyicisi, istenen cevapları içeren bir sorgu tutanağını, kendilerinin bu iktidarını, gücünü kabullenip, sarsmaya, deşifre etmeye yeltenmeyen bir savunman/avukat istenmektedir. Sırf kanuni düzenlemenin gereğini yerine getirmiş olmak için.

Bu olumsuz süreçlerin öznesi olmak istemeyen, görevlerini yapmak isteyen, hukukçu kimliklerinin insan olma kimliklerinden ayrı olmadığını düşünüp buna göre eyleyen avukatlar, yıllardır hukuksuzluk, kanunsuzluk içeren bu sürecin piyonu olmak istememişlerdir. İşleyen sürecin hukuksal bir öznesi olan ama hukukçu olmayan kolluk kuvvetlerinin, savcı ve hâkimlerin bilgisi veya sezgisi dahilinde birlikte inşa ettikleri hukuksuz, kanunsuz süreci kendi istedikleri doğrultuda hareket eden avukatlar ile tamamlamak, devam ettirmek istemektedirler. İddia ve karar makamı ile birlikte tamamlanan sürecin, yıllardır eksik olan savunma makamı ayağını, yasal zorunluluk gereği sistemlerini, geleneklerini bozmadan tamamlamaya çalışmaktadırlar. Fakat avukatların hepsi olmasa da hukukçu kimliklerini, insan haklarından, hukuk devletinden ve insanlıklarından ayrı tasarlamayan, özellikle siyasal nitelikli davalarda görev yapan avukatlar, yıllardır devam eden bu hukuksuz sistemin istenen sessiz üyesi olmaktan öte, bu sistemin hukuksuzluğunu deşifre etmeyi, hukukçu ve insan olduklarını her an hatırlayarak görevlerini layıkı ile yapmayı esas alarak sistemin dayattığı hukuksuzluklara karşı durmuşlardır/durmaktadırlar. Sivil olan vatandaşlarla doğrudan bağı olan savunmanlar, bu önemli değişikliklerin normsal ve fiili düzeyde yaşama geçmesinin hep aktif öznesi olmuşlardır. İşte Türkiye mahkemelerindeki siyasal nitelikli davalar ile bu yasal değişiklikler, uzun yıllardır savunma makamı olmadan oluşturulmuş sistemi sarsmaya başladı. Bu güne kadar her şey avukat olmadan yürütülmüştü. Sorgu avukatsız, savunma avukatsız alınmıştı. Yeni işleyişe alışmak zordu! Yıllara dayalı sistemlerini bozmadan, avukat varmış gibi devam ettirmek isteyenler, avukatların sadece hazırlanan ifade tutanaklarını imzalamalarını, emniyet görevlisi tarafından alınan sorgu sürecinin sadece izleyicisi olmasını istediler/istemektedirler. İşte buna direnen, hukuksuzluğu kabul etmeyen, insanların hukuki haklarının savunmanlığını üstlenen avukatlar bunu reddettiler. Hukuksuzluğa alet olmadılar, hukuksuz süreçlerin piyonu olmak istemediler, hukuk kılıfı giydirilmeye çalışılan hukuksuzlukları deşifre ettiler. Bu onurlu duruşlar, eski sistemin devamını zora sokunca bilinen yöntemler devreye girmekte gecikmedi.

Son dönemlerde artan, siyasal nitelikli davalarda görev yapan avukatlara yönelik gözaltı, soruşturma, tutuklama, dava ve ceza içeren kararlardaki artışı bu bağlamın dışında düşünmek mümkün değil. Yapılan iletişim tespitleri, doğrudan takipler, oluşturulan sahte delillerle savunma kıskaç altına alınmak istenmektedir. Amaçlanan, siyasal nitelikli davalardaki hukuksuz sürecin devamını sağlamaktır, hukuksuzluğa seyirci kalan avukatlar ile eski sistemi devam ettirme isteğidir. Yeni bir adli yıl başlarken, yargı kıskacına alınmaya çalışılan avukatlara yönelik bu hukuksuz saldırıların, hukuk devleti olma amacına ve demokratik bir ülke olma istemine doğrudan saldırı olduğunu düşünüyoruz."

Destek için İmza Formu  İmza Listesi

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Doğan Akhanlı serbest bırakılsın!

Ermenistandan ikinci mektup
Yeğpayrs Doğan Akhanlı
Sevgili Doğan,
Merhabalar, tutuklanışınla ilgili çok büyük bir üzüntü yaşıyorum. Umudum, bu anlaşılmaz durumun en kısa zamanda son bulmasıyla, özgürlüğüne kavuşman, seni seven ve sayanlarına
ulaşmandır. Bulunduğum yerden senin için yapabileceklerimin çok sınırlı olduğunu anladığına emin olduğundan, sana şu an bulunduğun yerde, moralini yükseltmeye fazlasıyla yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir yazı yolluyor, hemşehrin MEHDİ'nin Beşiktaş'ı sevdiği AŞK kadar güçlü bir duyguya sarılarak, hayatı sevmeye devam etmeni diliyor, hasretle kucaklıyor, öpüyorum.
Sevgilerimle, Sarkis

BEŞİKTAŞLI MEHDİNİN ÖYKÜSÜ

İstanbul viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası
olmayanların kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, ya da sondur burası. Hele öğlen kalkan ya da öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.
Öğlen ezanı okunuyordu. Nisan'dı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. Artvin'e gidecek otobüs
yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı. -22 numara, 22 numara.... 22 numara yoktu.
Tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona. Ambulanstan, gözaltına kadar sakallı bir adam
indi. Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. Muavin -Bagaj var mı? Adam -Yok,ama cenazem var dedi. Muavin yıkıldı. Çünkü ağzına kadar dolu bagajı indirip, tekrar
yerleştirmek demekti bu. Peron zili çaldığı halde Artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu.
Tabut orta kısma sürüldü, ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. Yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni. Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri, otobüs yola düştü. 22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. Müsade isteyip yerine oturdu. Yanındaki yolcu merakını kustu hemen, -Allah rahmet eylesin, yakının mıydı? Adam düşündü uzun uzun, 'Mehdi' benim neyim oluyor diye. İçini çekip, -Kardeşimdi, dedi. Otobüs köprü üzerinden geçiyordu. Adam içinden, ' Mehdi, son kez hisset boğazı' diye geçirdi.
Uzun yol başlıyordu. Adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu
kıpır kıpırdı. Sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu. –Kaç yaşındaydı? diye sordu yolcu. Adam, -Tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı.
-Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun diyerek hayret dolu çıkıştı yolcu. -Kardesim dediysem, öyle değil diye cevap verdi adam.
-Ya nasıl? dedi yolcu.Uzun bir sohbet başlıyordu, Otobüs İstanbul sınırlarından çıkarken.
-Mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. Alt koğuşlarda, 1980 fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavga çıkınca bizim koğuşa postaladılar.
1980 fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi'nin. En dipte benim ranzanın sağ altına yatırdılar onu. Birkaç ay kimseyle konuşmadı. Yemek yaptı, topladı, çay dağıttı. Havalandırmada yalnız dolaşırdı. Koğuş eğitimlerimize
katılmazdı, 'annamam öyle seylerden' der kenara çekilirdi. Anladım ki fraksiyoncu filan değil. Bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapıştırırdı geceleri. Her koğuş baskınında Jandarma o defteri bulur yırtardı. Bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya attım. Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi hayretler içinde kaldı. Ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını. Herhalde karı-kız resimleridir, hela için malzeme yapıyordur diye düşünüyordum. Öyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. Işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. Gözlerime inanamamıştım. Koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. Resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirilmiş
buruşukluktaydı. Ama her birinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti. İlginç gelmişti bana Mehdi. Bir sabah yoklamasında yanında durdum. Pantolonuma soktuğum defteri arkadan sıkıştırdım
eline. Şaşırdı. Çocuk gibi sevindi. Teşekkür etmek istedi, konuşmadım onunla. Ajan damgası yiyebilirdim koğuşta. Havalandırmada yolumu kesti.'Sağol' dedi. Sigara tuttum ona. Çömeldik. 'Kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde' dedim. 'Vallahi ben de
bilmiyorum, neci olduğumu ben de bilmiyorum' dedi Mehdi. 'Peki anlat o zaman' dedim. Kimseye demek yok ama, söz mü?' dedi. 'Söz' dedim. Eylül 80 yılıydı. Malum, stad bir tane. Ülke bir savaş yasıyor ama bizim derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. Akşamdan yığıldık,
sabahlıyoruz kapalının kapısında. Kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde yarım somun ekmek. Baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz Maçka tarafına, Dolmabahçeye, Spor Sergiye. Ben gece üç
gibi Maçka'dayım. Motorcular geliyordu aşağıdan. Son seferinde karşıdan grup indirmiş, numayiş yapacaklarmış, dikkat et dediler.
Bıçkın delikanlıyız o zamanlar,semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. Bir o sokağa dalıyorum, bir bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. Allah dedim, çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. On kişiydiler, dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini
iyileştiririm dedim, ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçmaya başladılar, ben de arkalarından. Meğer benim hemen arkamda Polis varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından koşuyor. Girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala bana teslim oldular diye havalardayım, Polis arkadan ışık
tutunca uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan 'at elindeki silahı' diye bağırıyor, ben kala kaldım. İçimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız. Çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis minibüsünde Gayrettepe'ye vardık. Nezarete oturduk, 'geçmiş olsun'laştık. Çocuklar duvara yazı yazacaklarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm kendi kendime, bir an önce salsalar da maça yetişsem diyorum hala. Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan biri. Uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. Durumu anlattım güldü bana. Rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size dedi. Ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koydum kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu. Apar topar çıkardılar dışarı. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile, kodumun hırsızı dedim arkasından.
Sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker-teker. Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte. İçim rahat, ifadeyi verip gideceğim maça. Aaa, bir baktım bizim hırsızı da aldılar odaya, oturdu karşımda. Burnu tamponlu, sargı içinde. N'oldu lan yetmedi mi dedim. Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. Sivilmiş meğer, nezaretten laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım. Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun davasından 'memura karşı koyma ve darptan' kalakaldık.
Maç gitti, ama asil giden benim hayatımdı. Asker ertesi gün darbe yaptı. Memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. Darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım. Konuşturmadılar bile. Sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. Her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. Ben de kimseyle konuşmamaya başladım. Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormuş ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler. Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse Beşiktaş abuk sabuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası
jandarma dayağı, bıktım, ağzımda
diş kalmadı.
Otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. Yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. İkide bir 'vah, vah' diyor, yorum yapmak istiyordu. Adam aşağı indi, bir sigara yaktı. Hava soğumaya başlamıştı. Bagaj sıcak mıdır diye düşündü. Ölüler üşümezdi oysa. Çaylarla birlikte üst üste, hızlı,hızlı sigaralar içildi. Anons yapıldı,otobüs mola yerinden ayrıldı. Meraklı kulaklar dikildi, VCD'de oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu.
Adam devam etti. Mehdi'nin bir arkadaşı olmuştum artık. Okumamıştı, ama hayat onu yetiştirmişti. 'Bize katıl' dedim ona. Anlamam o işlerden, sevmem o işleri dedi. 'Olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sen de tartış bizimle' dedim. Koğuş sorumlumuza durumu anlattım. 'Ajan olabilir' dedi. Ben kefil oldum Mehdi'ye. Oturdu o akşam bizimle. Kısmetsiz Mehdi'nin ilk gecesi de şanssız başlamıştı aramızda. Okuma yapılacaktı. Zuladan kitaplar çıktı. Herkes harıl harıl okumaya başladı. Yan gözle Mehdi'yi seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı.
Ama onu bekleyen bir sürpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı gece yarısı. Okuma bitti. Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun sorduğu sorulara yanıt veriyordu. Sıra Mehdi'ye geldi. Ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve Mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum. Koğuş sorumlusu sordu 'Mehdi, teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedeler mi?' Ben yer yarılsa da içine girsem diye düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı tıkadım.
'Bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır. İnsanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur. Benlik, bencillikten türemiştir. Teori diye tanımlanan hareket, insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. İşte insanoğlu harekete saygıyı yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik ya da bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. Teoride yenik düşmek, eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. Ben sevdalarıma hiç yenilmedim'.
Sessizlik oldu. Kulaklarımı diktim sessizliğe. Felsefenin temel ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. Işıklar söndü, herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. Birkaç gece geçti. Koğuş sorumlusu Mehdi'yi istedi yanına. Ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı. Hiçbir kayıt yoktu. Direk sorgu yapacaktı. Havalandırma sırasında benle Mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini ona da anlattı Mehdi.

'Peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka bağlayıp nasıl sonladın Mehdi?' dedi koğuş sorumlusu. 'Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu?' diye cevap verdi Mehdi ve devam etti. 'Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yasayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini, bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor?' diye konuştu Mehdi.
Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim çıkmıştı dergilerde ama Mehdi'nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti. İleriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile Beşiktaşlılığı anlattı. O zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, Beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. Şimdi anlayabiliyorduk Mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan, seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş'ı bu kadar sevebilmesini. Çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini. 82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. Kararı çıkan kendi memleketine
yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu. Mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti. Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu. Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu.
Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor haberlerinin
gelmesini bekliyordu. Yaza doğru karar çıktı, devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti Mehdi'nin. Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeplerle cezasını müebbete çevirmişti. Bu tam bir yıkımdı. Mehdi'yi sakinleştirmek için yanına gittim. Zaten sakindi ama hüzünlüydü. 'Şimdi olacak şey mi bu müebbet. Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı seyredemeyecek miyim şimdi?' dedi Mehdi ve devam etti. 'Birde benim sevdiğim vardı biliyor musun? O benim sevdiğimin farkında bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim.' Mehdi sevdiği kızı
uzun uzun anlattı bana. Yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü anlattı, evinin yönünü anlattı, bakışlarını anlattı. Beynimde zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. Söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, Mehdi'nin kızına. Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. Artık buralarda kalmasının anlamı yoktu. Nakil istedi. Hem de kimselerin tahmin edemediği bir yere, Eskişehir'e, ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. Ama Beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. İdare seve seve kabul etti, bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti. Giderken sanki mahpusluğa değil, İstanbul'dan Es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi. Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı. Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık. Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık. Bir an önce otobüse dönüp Mehdi'yi
dinlemek istiyorlardı.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu. 'Sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?'diye sordu şoför. Adam kaldığı yerden devam etti. Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. Üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık. Bu sevince bir de Beşiktaş'ın Eskişehir'i 3-0 yenip şampiyon oluşu da eklenince, o gece hem Mehdi'yi anmak, hem de şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. Bir hafta sonra ben de ayrıldım oradan.
Bursa hapisanesine sevk oldum, iyi bir yerdi. Ama Eskişehir'den inanılmaz haberler geliyordu. Kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk. Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini
gönderiyordu, bir de boncukçuluğa merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah-beyaz hediyeler gönderiyordu bana. Ara sıra mektup da yazıyordu, ama yarısı yırtık, karalanmış ve silinmiş şekilde. Silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine.

Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir'de. İçim içimden gitti Mehdi dedim. Bir şey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, haber gelmedi sonraları. Ben tahliye oldum. Mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile. Eskişehir'deki isyanı o başlatmış. O yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı. Avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. Çaresiz İstanbul'a döndüm. İçim içimi yiyordu. Mehdi'yi bulamıyordum. Arkadaşlarını buldum, Beşiktaş'ta. Onlar da kovalıyorlardı işi ama nafile.
Birden karşıma o çıktı. O kız. Mehdi'nin sevdiği kız, Mehdi'yi sordu. Büyülenmiştim. Konuşamadım bir süre. Bir muhallebicide oturduk, uzun uzun anlattım ona olup bitenleri. Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça. Sık görüşmeye başladık, bir sure sonra Mehdi'den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık. Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste,'yapılır mı bu?' diyordu bir kısmı, diğer yandan 'niye olmasın ki' diyordu arka taraftakiler.
Otobüs Karadeniz'e paralel virajlari ala ala, sabaha karşı Vakfıkebir'e ulaşmışlardı. Adam konuşmaya devam etti, 'Onunla evlendim. Beşiktaş'ta ev tuttuk. Mehdi'den haber yoktu. İşsizdim. Zor geçiniyorduk. Özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım. Reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular, hepsi yolunu buldu.
Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. Hani o benlik bencilliğe dönmesi, aşkı, sevdası. Nerede kalmıştı o yüce teoriler. Hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. Çocuğumuz da oldu bu sıkışıklıkta, adını koymakta tereddüt etmedik, 'Mehdi'. Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. Tribün tayfası olmuştum, bir iş buldum sonraları. Kalem katipliği gibi birşey belediyede.
Yıllar geçti, Mehdi'den haber yoktu. Kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. Ama ben görmedim. İzini sürmeyi bıraktım.Yıllar geçti aradan. Bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyah-beyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki. Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum, yetişemedim. O muydu, değil miydi, çok kuşkulandım.
Tekrar aklıma düştü Mehdi. Araştırmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasını çabuk çabuk okudum. Mardin'de, Antep'te, Bingöl'de yatmış. Hastalanmış. Yaralanmış. Önceden suç işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçları da ortadan kalkmış, sonra da Rahşan Hanım affından salıverilmiş. Demek doğruymuş, oymus. Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım. Bulamadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Uyku çökmüştü otobüse. Artving özüküyordu, ama viraj, viraj, viraj. Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin. Adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini. Geçen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku aldı beni, mahpusluktan kalma alışkanlıkla. Bir kağıt tutuşturdular elime. İstinye Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. Ne için diye sordum, tesbit dediler. Ceketimi aldım çıktık. Hastanenin bodrum katına indirdiler beni. Morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni. Çarşafı kaldırdı, yatan Mehdi'ydi. Öylesine yaşlanmış, saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar cesedi yatıyordu sedyede. 'Başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak, kardeşinizmiş, Allah sabırlar versin' Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan.
Yıllardır aradığım adam karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz. Evrakları hazırladılar, işlemleri
yaptırdım. Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. Doğum yeri gözüme çarptı Mehdi'nin. Artvin. Ertesi gün onu Artvin'e götürüp gömmeye karar verdim. 'Peki, kimi kimsesi kalmamış mı garibin İstanbul'da?' dedi muavin. 'Yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet
memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye' diye cevap verdi adam. Artvin otogarına girdi otobüs. Omuzlar üzerine alındı Mehdi. Yukarı mahallede bir camiye götürdüler. Otobüs yolcuları cemaat olmuştu. İmam sordu, 'Merhumu nasıl bilirdiniz?' Hep
bir ağızdan 'iyi bilirdik' sesi yankılandı. Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla Mehdi. Ama aşkı hiç ölmemişti.

Ermenistan’dan mektup var: DOĞAN AKHANLI'YA ÖZGÜRLÜK !
Çok üzülerek duyduğum bir haberle ilgili dün kaleme aldığım yazıyı size ulaştırıyor ve dostum Doğan'ın özgürlüğüne kavuşması için gerekli çabalara katkıda bulunacağınıza emin olduğumu bilmenizi istiyorum. SH

DOĞAN AKHANLI'YA ÖZGÜRLÜK !
Her ne kadar Türkçe'de "Kara haber tez ulaşır" dense de, Doğan Akhanlı'nın tutuklandığına dair üzücü haberi Ermenice'de "Cuma Cumartesi'nden erken geldi" halk sözüne birebir uyan bu cuma günü, çok geç aldım. Şimdi artık denizleri olmayan Ermenistan'a, 2005 nisan'ında, 1915 soykırımının 90. Yıldönümü etkinliklerine katılmak amacıyla yapmış olduğu ziyaret günlerinde, "memleketinize elim boş gelemezdim" diyerek Yerevan'a beraberinde getirdiği, dürüst bir aydının el emeği, göz nuruyla yaratılan Denizler üçlemesi (Denizi beklerken, Gelincik Tarlası ve Kıyamet Günü Yargıçları) çalışmalarıyla halkımız tarafından tanınmış yazar, çevirmen, insan hakları savunucusu dostum
Doğan Akhanlı'nın İstanbul'da tutuklanışını, 2008'den beri düşünce özgürlüğü "suçundan" hükümlü onlarca politik tutukludan biri olarak bulunduğum mahpusane hücremden protesto ediyor, gücümün yettiğince "Doğan'a özgürlük !" diye haykırarak, sesimin, nefesimin ona ulaşmasını arzuluyorum. Henüz 28 yaşındayken kendisine reva görülen hapis ve işkenceleri tanımış olan Doğan'ın 53 yaşındayken de, aynı eziyet ve acılara yeniden uğratılmasına, tertemiz bir yürek taşıyan, ender rastlanan aydın bir insana karşı yapılan bu insafsızlık ve haksızlığa karşı çıkan, onun bir an önce özgürlüğüne kavuşması için seferber olmaya kararlı, Alman, Türk, Kürt, Zaza, Laz, Arap, Yahudi ve Ermeni tüm dostların ortak çabalarının tez elden olumlu bir sonuç vereceğine olan inanç ve umudumla, tüm o güzel insanlara, özgürlük özlemiyle tutuşan yüreğimle saygılar sunuyor,
manevi destek ve dayanışma duygularımı iletiyorum,
Sarkis HATSPANIAN
"Vardaşen" mahpusanesi,
>> 27.ağustos.2010 -
>> ERMENİSTAN

basın açıklaması
recherche international e.V. (Uluslar Arası Araştırma Derneği)

Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net

Basın Açıklaması:
Yazar ve İnsan Hakları Savunucusu Doğan Akhanlı Haksız Yere Tutuklandı
2001 yılından beri Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşı olan, tanınmış yazar Doğan Akhanlı İstanbul’da havalimanında tutuklandı ve Metris askeri cezaevine nakledildi. Akhanlı 1991 yılında terkettiği Türkiye’ye ilk kez dönüyordu. Amacı sağlık problemleri yaşayan babasını ziyaret etmekti.

Savcılık Akhanlı’yı, 1989 yılında İstanbul’daki bir döviz bürosuna yönelik ve bir kişinin de öldüğü bir soyguna iştirak etmiş olmakla suçluyor. Akhanlı bu suçlamayı ve bu soygunla herhangi bir ilgisi olduğunu kararlı bir biçimde reddetmektedir. Avukatları Haydar Erol (İstanbul) ve ilyas Uyar (Köln), savcılığın ortaya koyduğu delillerin her türlü dayanaktan yoksun olduğunu belirtmektedirler.

Gerçekten de Akhanlı’yı 1992 yılında suçlamış olan ilk tanığın ağır işkence altında ifade verdiği doktor raporuyla da saptanmıştır – bu ifade hukuki kriterler içinde kullanılamaz. Bu nedenle polis, olay mahalli tanığı ve kurbanın oğlu olanikinci bir tanığa yalnızca Akhanlı’nın fotoğraflarını göstermiş ve kendisini fotoğraflardaki şahsın faillerden biri olabileceği yönünde bir ifade vermeye yönlendirmiştir. Bu ifade de hukuksal ölçüler içinde yürütülen bir sorgulamada Doğan Akhanlı’nın tutuklanması için yeterli olamaz; tanığa, kişiyi teşhis edebilmesi için en azından çok sayıda kişinin fotoğraflarının gösterilmesi gerekirdi.

Hukuksal bir işlem çerçevesinde, suçlanan kişinin ağır sorgulama ihmalleri nedeniyle derhal serbest bırakılması gerekirdi. Görevdeki sorgu hakimi, Akhanlı’nın tutuklanmasını 10. 08 2010 tarihinde, 20 dakikalık bir sorgunun ardından onaylamıştır. Tutukluluk haline yapılan ilk itiraz 20 Ağustos 2010 tarihinde reddedildi. Doğan Akhanlı’nın tutuklanmasına neden olan ifade, kendisinin 6 yıl 11 ay önce çekilmiş bir fotoğrafına dayandırılan ve 1992 yılında düzenlenmiş olan bir teşhis tutanağıydı. Akhanlı’yı teşhis ettiğini söyleyen kişi, 13.08.2010 tarihinde bu ifadesini geri aldığı halde, savcılık aynı gün Akhanlı’nın İstanbul’dan Tekirdağ’a nakline karar verdi. Bu durum avukatların, Almanya konsolosluğu yetkililerinin ve akrabalarının tutukluyu ziyaret etmelerini güçleştirmekte, hatta imkansız hale getirmektedir. Avukat Haydar Erol’un tutukluluk haline karşı yaptığı ikinci itiraz da 24.08 günü reddedildi.


Akhanlı, hakkındaki suçlamalara ilişkin kısmen bilgi sahibiydi ve bu nedenle Almanya’dan ayrılmadan önce, tutuklanması halinde kendisine destek vermeleri için avukatlarını ve bazı arkadaşlarını bir tedbir olarak bilgilendirmişti. Bu nedenle bizler, yetkili hakimlerin ellerindeki iddia ve olguları, hukuk devletine yakışan bir özenle değerlendirmeleri gereğini önemle vurguluyoruz.

Savcılığın son derecede kuşkulu yöntemlerle yürüttüğü soruşturma sonucunda gerçekleşen keyfi tutukluluk halinin sonlandırılmasını bekliyoruz. Böyle bir soruşturma süreci demokratik bir Türkiye’ye yakışmamaktadır.

Doğan Akhanlı’nın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Köln, 20.08.2010

İrtibat için:
Albrecht Kieser, Rheinisches Journalistenbüro, Merowingerstrasse 5-7, 50677 Köln,
Tel. 0221/317091. Albrecht.Kieser@rjb-koeln.de

Dogan Akhanlı’nın çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için:

Kanat Kitap; Türkischer Verlag von Akhanli: http://www.kanatkitap.com/index.php.
http://de.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fan_Akhanl%C4%B1
http://kulturserver.de/-/kulturschaffende/detail/14518
http://www.buehnederkulturen.de/pages/de/inszenierungen/487.htm

insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı serbest bırakılsın
İstanbul'dan Türkiye'ye giriş yaparken havalimanında gözaltına alınan insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı bir tanıklık gerekçe gösterilerek Anayasal düzeni zorla değiştirmek suçlamasıyla tutuklanıp Tekirdağ cezaevine hapsedilmiştir.
Yazar Doğan Akhanlı 18 yıldır sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Yurttaşlıktan atıldı. Alman yurttaşı olmak zorunda kaldı.
Sürgündeki Türkiyeli yazarların en önemli temsilcilerinden. Almanya’daki yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadele eden kuruluşları ile çalışma yürüttü.
Köln’de eski Gestopo Emniyeti, şimdi Dokümantasyon Merkezi ve Müze olan EL-DE Haus adlı kuruluşta Türkçe rehberlik yaptı.
Ve ülkesine geldiğinde hava alanında tutuklanması ve Tekirdağ Cezaevine konulması sanki tarihin bir ironisi… Doğan Akhanlı 12 Eylül faşizmine karşı mücadele ettiği için işkence gördü ve hapsedildi. 12 Eylül rejiminin devamı ülkesinde özgür yurttaş olarak yaşamasına olanak bırakılmadığı için Almanya’ya gitti.
1998 yılında Kayıp Denizler üçlüsünün ilk kitabı Denizi Beklerken, Belge Yayınları tarafından yayınlandı. Belge yayınları, Kayıp Denizler üçlüsünün diğer kitapları olan Gelincik Tarlası ve Kıyamet Günü Yargıçları’nı 1999 yılında yayınladı. Kıyamet Günü Yargıçları, Avusturya’da ‘Die Richter des jüngsten Gerichts’ başlığıyla yayınlandı. Doğan Akhanlı’nın son romanı Madonna’nın Son Hayali, eleştirmen ve yazarlar tarafından 2005 yılının en iyi 10 kitabından biri olarak değerlendirildi.
Akhanlı ayrıca Arnim Wegner’in derlediği 1921 Talat Paşa Davasının tutanaklarını Türkçe’ye çevirdi.
Soykırım Karşıtları Derneğinin tarafından Doğan Akhanlı'nın gözaltına alınmasıyla ilgili açıklama aşağıda
Doğan Akhanlı Serbest bırakılsın!
Gerçek İnatçıdır,...

Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net
Değerli Dostlar,

Çoğumuzun yakından tanıdığı, tanınmış insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı, 18 yıldır ayrı kaldığı anne ve babasını, kardeşlerini, dost ve akrabalarını ziyaret etmek için gittiği Türkiye’de hava alanına iner inmez gözaltına alındı. Gerekli hukuki girişimlerin yapılmış olmasına rağmen henüz mahkemeye çıkarılmadı. Aldığımız bilgilere göre gözaltı gerekçesinin Doğan’ı tutuklamak için yeterli sebep olmadığı doğrultusunda. Ancak sonucun ne olacağı konusunda henüz kesin bir şey söylemekte mümkün değil.

Doğan Akhanlı gibi bir aydını, derli bir insan hakları savunucusunu yalnız bırakmamanın hepimizin görevi olduğu inancındayız. İlk etapta hukuki sürecin eksiksiz işletilmesi için maddi desteğe ihtiyaç bulunmaktadır. Üyelerimizi ve tüm dostlarımızı Doğan Akhanlı ile dayanışmaya davet ediyoruz.

Köln’de bulunan gazeteci yazar Albrecht Kieser Doğan’la maddi dayanışma için bir banka hesabı açmış bulunmaktadır. Bağışlarınızı aşağıda vermiş olduğumuz bu banka hesabına yollamanızı rica ediyoruz. Ayrıca Sayın Kieser’in yapmış olduğu çağrıyı da aynen (Almanca) aşağı aktarıyoruz.

Recherche International
(Stichwort: Dogan Akhanli)
Kontonummer: 238 120 43. BLZ 370 501 98.
Sparkasse Köln,

Dostluk ve dayanışmanız şimdiden teşekkür ediyor, saygı ve selamlarımızı iletiyoruz.

Soykırım Karşıtları Derneği (SKD) adına:

Ali Ertem, İ. Bülent Gül
--------------------------------------------------------------------------------------------------------



Liebe Freunde!
Es bleibt dabei: die Chancen für Dogans Freilassung schon Dienstag oder Mittwoch stehen 50:50. Am Montag hat sich das deutsche Konsulat bei der Istanbuler Staatsanwaltschaft gemeldet und sich über Dogans Situation erkundigt sowie Interesse an einer schnellen Klärung signalisiert. Das erhöht die Chancen vielleicht auf 60:40...

Dogan ist weiter guter Dinge, am Montag waren seine Anwälte länger bei ihm und haben den Schriftsatz mit ihm durchgearbeitet. Ein weiterer Anwalt ist von Selami mit ins Verfahren gebeten worden, er ist erfahrener Strafverteidiger. Übereinstimmung herrscht nach wie vor darüber, dass die Vorwürfe gegen Dogan aus der Welt geschafft werden müssen. Wenn nicht in diesem, dann auf dem nächsten Haftprüfungstermin oder wohlmöglich auch erst bei einem Prozess, den Dogan aber hoffentlich nicht in Haft abwarten muss.

Mittlerweile ist von den Anwälten so viel Arbeit geleistet worden, dass sie dafür auch honoriert werden müssen; erhebliche Ausgaben hat auch Selami tätigen müssen. 1.000 bis 1.500 Euro werden möglichst bald gebraucht - damit wäre die Kosten einschließlich des laufenden Widerspruchsverfahrens gedeckt.

Bitte spendet auf das Konto von Recherche International (Stichwort: Dogan Akhanli) bei der Sparkasse Köln, BLZ 370 501 98. Kontonummer: 238 120 43. Die Spenden sind steuerabzugsfähig, der Verein Recherche International, bei dem Dogan z.Zt. angestellt ist, ist gemeinnützig. Wenn jedeR aus dieser Emailliste 20 bis 30 Euro besteuert, dann haben wir den Betrag schnell zusammen. Wenn Ihr Spendenbescheinigungen haben wollt, müsst Ihr uns bitte Name und Adresse und Höhe Eurer Spende per Mail schicken.

Beste Grüße
Albrecht

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Tutuklu Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin'in Duruşmasına Duyarlılık Çağrısıdır!

SUZAN ZENGİN SERBEST BIRAKILSIN !
Kamuoyuna Açık Mektup
Başka Kanıt İstemez ! Muhalif Olmak Kafi !
Bir yıl boyunca keyfi – haksız – hukuksuz bir biçimde tutuklu kaldıktan sonra, 26 Ağustos 2010 tarihinde – nihayet – ilk duruşmaya çıkabildim. ( Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde)
Böylece tutuklandığımdan bu yana defalarca kamuoyuna açıklamaya çalıştığım gibi, hiç bir somut kanıta dayanmayan “yasa-dışı örgüt üyesi olduğum” iddiasına yanıt verebilme “fırsatı” yakalayabildim !
Savunmamda ilk olarak, açıkça savunduğum muhalif kimliğime ve bu kimliğime uygun olarak, uzun yıllardır yasal zeminde yürüttüğüm çalışmalara değindim, ayrıca gazeteci-çevirmen olduğumu yineledim.
Bana dönük “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiasına “kanıt” yapılmak istenen materyallerin-sözde- “kanıtların” tümünün, yasal bir gazetenin çalışmaları kapsamında olduğunu dile getirdiğim , savunmaya ek olarak bunların somut delillerini de mahkemeye sundum.
* Örneğin; iddiaya kanıt yapılmak istenen telefon dinlemelerinin, gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan görüşmeler olduğunu, herkese açık bir telefondan gizli bir çalışma yapılamayacağını küçük bir çocuğun bile bilebileceğini vurgulayarak, dinlenen telefon numarasının künye üzerinde yer aldığı gazeteleri savunmaya ek olarak verdim.
* “Kanıt” yapılmak istenen görüşmelerin ağırlıklı olarak sendikalarla yapılan görüşmeler olduğunu, bunun dosyada açıkça görülmesine karşın, iddianame de “belirlenemeyen” ibaresiyle yer aldığını, bu durumun bile tek başına, iddianamenin ne kadar zorlama bir mantıkla hazırlandığının kanıtını oluşturduğuna dikkat çektim.
* Avukatım dosyada açık olduğu halde, iddianamede “belirlenemeyen” sendikacıları tanık olarak dinletti. Böylece görüşmelerin kimlerle yapıldığının yanı sıra içeriğinin ne kadar sıradan ( çeviri, tercüman bulma vb.) nitelikte olduğu da görüldü.
* İddiaya dayanak yapılmak istenen iki haber- röportaj niteliğindeki yazının gazete de zaten yayınlanmış olduğunu ortaya koyarak, bunların yer aldığı gazeteleri sundum.
* Bir sendikanın, açık imzalı eylem programı, basın açıklaması çağrısı gibi sözde “kanıtları” heyete göstererek, bunların neresinde yasa-dışılık olduğunu sordum.
* Başkanı Filipin’li olan, demokratik – anti emperyalist uluslararası örgütlenme İLPS’nin ( Halkların Uluslararası Mücadele Ligi ) sözde üyesi olduğum iddia edilen yasa-dışı örgütün “yan kolu” olduğu iddiasının komikliğine dikkat çektim.
* Yine “kanıt” yapılmak istenen gazetenin açık dağıtım- satış bilgileri, büro kirası, elektrik, telefon faturası gibi çok net görülen hesap çizelgeleri türü materyallere, kitap standı fotoğraflarına dair söyleyecek söz dahi bulamadım.
Dosya da ve iddianamede bana ilişkin “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiasına “kanıt” yapılmaya çalışılan tüm “deliller”- materyaller de zaten bnlardan ibaretti... Ve somut deliller eşliğinde açıklamasını yaptığım bu materyaller, yasal bir gazetede yasal bir çalışma olarak gazetecilik- çevirmenlik (çevirdiğim kitaplar ve Turizm Bakanlığı belgem çevirmenliğimin kanıtı olarak mahkemeye sunuldu ayrıca ) yaptığımı, başka bir izahate gerek duyulmayacak biçimde açıklıyor, yasa-dışı bir çalışmanın söz konusu olmadığı yeterince ispatlanıyordu aslında... Ayrıca emekli olmam, 13 yıldır sabit ikamette bulunmam gibi bir durumda söz konusuydu.
Ancak, bana dönük “yasa dışı örgüt üyeliği” iddiasından başka bir iddia bulunmamasına, bu iddiaya “kanıt” yapılmak istenen tüm materyallerin yasal bir çalışma kapsamında olduğunu kanıtlarıyla koymama, bunun dışında ne bir tanık vb. durumu olmamasına rağmen, eylem yapma iddiasıyla yargılanan başka sanıkların da bulunduğu bir dosya da yargılanıyordum.
Bu durumu ben gözaltına alınıp, tutuklandığım sırada öğrenmiştim. Ancak daha o zaman, ne eylem yapma iddiasıyla yargılanan bu kişilerle ne de sözü edilen eylemle bir bağım olmadığı açığa çıkmıştı.
Muhalif kimliğimi ve de muhalif bir gazetede çalıştığımı bilen polis – çünkü herkesin bildiği üzere, muhalif basın ve çalışanları her daim polisçe izlenir/gözlenir- her gün gazete bürosunda olduğumu bildiği halde, 1 yıl önce, 13 yıldır ikamet ettiğim evime sabaha karşı bir baskın düzenleyerek gözaltına almış, eş zamanlı olarak bu kişilerde evlerinden alınarak emniyete getirilmişti. Gizlilik kararı nedeniyle ancak 8 ay sonra çıkan dosya- iddianamede de bana ilişkin böyla bir (eylem vb.) iddia yoktu, bu kişilerle aramda her hangi bir bağ bulunmuyordu. Hiç bir somut kanıta dayanmayan, zorlama bir iddianame ile “yasa dışı örgüt üyesi” olduğum iddia edilmişti. Bu iddiayı mahkeme de nasıl yanıtladığıma ise daha önce değinmiştim.
Bu arada benim tutuklanmamdan aylar sonra, gazetemizin bir okuru aynı dosya kapsamında işyerinden alınarak tutuklanmıştı. O na dönük tek iddia da yine “yasa dışı örgüt üyeliği” idi. Bu iddiaya dönük ise tek bir sömut kanıt yoktu. Okurumuz arasıra gazeteye telefon etmişti. Tek “kanıt” buydu. Bu da yine 26 Ağustos ‘ta yapılan ilk duruşmada açığa çıkmıştı. Duruşma da açığa çıkan bir başka gerçek daha vardı ki, bu da herhangi bir örgüt adına yapılan bir eylemin söz konusu olmadığıydı.
Gerek eylem yapma iddiasıyla yargılanan sanıkların beyanları (ki bu arada polisin ve savcının kendilerine okutmadan ifade imzalattıklarını da beyan ettiler.) gerekse bu sanıkların avukatlarının, dosya ve iddianamedeki baştan sona çelişik olan duruma da özellkle vurgu yaparak (örneğin dosyanın bir yerinde sözü edilen, daha sonraki bölümlerde ve de iddianame de görünmeyen, delil olarak sunulamayan eylem araçları) yaptıkları savunma, ortada olsa olsa alacak- verecek meselesine dayalı adli bir vakanın olabileceğini gösteriyordu.
Duruşma da (26 Ağustos 2010) bana ne bu kişilerle ne de söz konusu eylemle ilgili tek / hiç bir soru sorulmadı. Aynı şekilde onlara da benimle ilgili tek bir soru yöneltilmedi. Zaten bana tüm duruşma boyunca, kimlik bilgisi almanın, örgüt üyesi iddiasına ne dediğim ( tek ve kısa bir cümle olarak) ve de savunmam bittikten sonra, gazetenin irtibat telefonu olan (dinlenen) telefonun numarasını doğrulatmanın dışında tek ve en küçük bir soru dahi yöneltilmedi. Buna karşın diğer sanıklara kendilerine dönük iddialarla ilgili- tümü benim dışımda olan- bir çok soru soruldu.
Duruşma da, neden böyle bir dosya içinde yer aldığımı, neden 1 yıldır tutuklu olduğumu, neden kendimi savunmak zorunda kaldığımı sordum.
Sorularımın cevabını tabii ki alamadım...
Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar vererek, bir sonraki duruşma tarihini 15 Şubat 2011 olarak belirledi. Yani yaklaşık 6 ay sonraya !
Bir yılda ilk duruşmaya ancak çıktıktan sonra, bu bir sonraki duruşma için 6 ay daha tutuklu kalacağım anlamına geliyor. Bunun anlamı her şeyden önce, hiç bir somut kanıta dayanmadan, peşin cezalandırma mantığı ile, 1,5 yıl hapiste tutulmamdır. Tabii bir sonraki duruşmada tahliye olursam... Yoksa bu süre daha da uzayabilir...
Haksız- hukuksuz tutukluluk sürem boyunca ortaya çıkan, ailemin, çocuklarımın mağduriyetinin daha belirsiz bir süre boyunca devam edeceğine, yine bu süre içinde, tedavi edilmediği için ilerleyen, hızlı kemik erimesi, hipertansiyon, ülser gibi sağlık sorunlarımın daha da artacağına ise ayrıntılı olarak değinmiyorum bile. Çünkü bunlar yaşanan gelişmeler karşısında tali kalmaktadır.
Benim keyfi- hukuksuz bir biçimde komplovari bir yöntemle tutuklanmamı, muhalif basına ve çalışanlarına (hatta okurlarına) dönük baskı- gözdağı- engelleme çabalarının bir parçasıdır.
Ezilen emekçi yığınlardan yana taraf olan muhalif basını ve çalışanlarını, emekçilerin gözünden düşürme- onlardan koparma çabasıdır.
Özellikle son dönemde muhalif basın üzerindeki baskıların ne derece arttığı, muhalif yayınlara getirilen kapatma- toplatma cezalarından, çalışanlarının herhangi bir somut gerekçeye dayandırılmadan tutuklanmalarında da görülmektedir.
Bundandır ki, onlarca muhalif basın çalışanı hala tutuklu bulunmaktadır. Baskılar bu yayınların okurlarına kadar uzanmaktadır. Bu da yetmemekte, muhalif basın ve çalışanları, bu yayınların okuru olma ihtimali olan (ki olabilirler de) kişilerin yaptıklarından dahi sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
Aynı durum, çalışanı olduğum Umut Yayımcılık ve onun bünyesinde çıkan İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi, Yeni Demokrat Gençlik Dergisi gibi periyodik yayınlar ve çalışanları içinde geçerlidir. Bunun en somut örneği ise benim herhangi bir somut kanıta dayandırılmadan gerçekleştirilen tutuklanma sürecim ve bunun sürüyor olmasıdır.
Oysa hapishaneler, mahkemeler, düzenden yana yayın yapan gazete vb. yayınların okurları ve onların işlediği iddia edilen suçların dosyaları ile doludur. Nasıl ki bu yayınlar ve çalışanları bu durumdan sorumlu tutulamazsa, aynı şey muhalif basın ve çalışanları açısından da geçerlidir.
Son olarak diyeceğim şudur ki; sadece kendilerine “demokrat” olan, “demokrasi havarileri” en küçük bir muhalefete dahi tahammül edememektedir.
Yasal zeminde, herkesin gözü önünde olsa dahi, muhalif bir çalışma içinde olmanız, keyfi- hukuksuz ve komplocu bir yöntemle tutuklanmanız için yeterlidir.
Kısacası, tutuklanmanız için başka kanıt istemez, muhalif olmanız kafidir !
01/09/2010 Suzan Zengin
Tutuklu Gazeteci- Çevirmen
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B / 4



Merhaba;
Aşağıda mektubunu okuyacağınız Gazeteci- Çevirmen ve İnsan Hakları aktivisti Suzan ZENGİN yaklaşık 1 yıldır tutuklu bulunmaktadır. 26 AĞUSTOS 2010 Perşembe günü saat 10.00’da Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanacak duruşmayla, 1 yılın sonunda ilk kez hakim huzuruna çıkmış olacak.
Hiçbir somut delile dayanmayan “örgüt üyeliği” iddiasıyla 1 yıldır hapishanede tutulan Suzan ZENGİN şahsında, sayıları her geçen artan ve bugün 39’a ulaşan tüm tutuklu basın-yayın çalışanları ve gazetecilerin serbest bırakılması talebimizi dile getirmek için, tüm duyarlı kişi ve kurumları 26 Ağustos 2010 saat 10’da Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek duruşmaya katılmaya ve saat: 9.30’da Adliye önünde gerçekleştirilecek basın açıklamasına güç veremeye, Suzan Zenginle dayanışmaya çağırıyoruz.
Ailesi Adına
BEKİR ZENGİN
***
Merhaba;
Ben 10 aydır Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan bir çevirmen-gazeteciyim. Bu süre içinde hiç mahkemeye çıkarılmadım. İlk duruşmam 26 Ağustos 2010 da. Yani tutuklanmamdan tam bir yıl sonra. Bu tarihin adli tatile denk getirildiğini de ayrıca vurgulayayım.
Tutuklanmamdan tam 8 ay sonra hazırlanan iddianame de “yasa-dışı örgüt üyeliği” ile suçlanmaktayım. Ancak ne iddianamede ne de dosyada yöneltilen suçlamaya dönük tek bir “kanıt” bile yoktur. “Kanıt” olarak sunulmaya çalışılan-sunulan materyallerin tümü çalıştığım İşçi-Köylü Gazetesi’nin çalışmaları kapsamındadır.
Bunlar, gazete de yayınlanmış haber, röportaj, gazetenin açıkça belirtilen büro kirası, telefon vb. hesapları ve de gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan, gazete çalışması kapsamında görüşmelerdir. Bunların tümü de yasal-meşrudur.
Durumuma ilişkin buraya kadar aktardıklarımı, bir süre önce yazdığım bir mektupla , kamuoyuna duyurmaya çalışmıştım. Aynı mektupta, tutuklanmamın bir komplo sonucu gerçekleştiğine de vurgu yapmıştım. Burada ise daha ziyade nasıl bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığımı aktarmaya çalışacağım.
Uzunca yıllardır sistem muhalifi devrimci bir kimliğim var. Bu kimliğimi ise hiçbir zaman ve hiçbir yerde gizleme ihtiyacı hissetmedim. Kimliğimi her zaman, her koşulda açık açık savundum. İkametimi bile 13 yıldır değiştirmedim. Bugüne kadar çok sayıda devrimci-demokratik kurumda, yine açık kimliğimle çalıştım. Bunun yanısıra da, halen üyesi olduğum İnsan Hakları Derneği’nin İnsan Hakları mücadelesine de katıldım.
7 yıldır Umut Yayımcılık bünyesinde çalışmaktayım. Son üç yıldır da Umut Yayımcılık tarafından çıkarılan İşçi-Köylü Gazetesi’nin Kartal bürosundayım. Burada hem gazetecilik hem de yayınevlerine çevirmenlik yapmaktayım.
Kimliğim ve kimliğime uygun bu pratiğim polis tarafından da bilinmektedir. Çünkü bu ülkede polisle-mahkemeyle tanışmamış olan sistem muhalifi neredeyse yok gibidir.
Bu açık ve bilinen kimliğime karşın, 28 Ağustos 2009 tarihinde, sabaha karşı, evim silahlı polisler tarafından basıldı. (Oysa hergün gazete bürosunda olduğum polisce çok iyi bilinmektedir. Çünkü muhalif gazeteler, kurumlar ve çalışanları neredeyse 24 saat polis tarafından izlenir-gözlenir. Bunu da herkes bilir!)
Evde yapılan aramadan sonra götürüldüğüm Emniyet Müdürlüğü’nde, buraya gelen avukatım aracılığı ile, benim dışımda 3 genç erkeğin daha, evleri -aynı saatlerde- basılarak, emniyete getirildiklerini öğrendim. 4 gün kaldığım Emniyet’ten İstanbul Adliyesi’ne götürülmek üzere çıkarıldığımızda ancak görebildiğim ve bir eylemle suçlandıklarını öğrendiğim bu kişileri tanımıyordum. Aynı şekilde onlar da beni tanımıyordu.
Zaten ne Emniyet’e, ne savcılıkta ne de çıkarıldığımız mahkeme de bana ne bu kişilerle ilgili ne de bunlara yöneltilen iddialarla ilgili herhangi bir soru da yöneltilmemişti.
Ortada bu yönlü bir kanıt- tanık- ifade vb. durum da yoktu.
Durum böyle olmasına ve gazeteci olduğumu söylememe, bunun tersini kanıtlayacak hiçbir kanıt olmamasına karşın, çıkarıldığımız mahkeme, bu kişilerin yanı sıra, benim hakkımda da tutuklama kararı verdi.
“Gizlilik” kararı konulan dosya- iddianame tam 8 ay sonra ortaya çıktığında da, daha önce değindiğim, gazeteye ait materyallerin dışında, “yasa-dışı” olarak adlandırılabilecek hiçbir delilin olmadığı bir kez daha görüldü.
Ancak hiçbir temele- kanıta dayanmayan iddianame, benim, eylem vb. suçlamaların- ki bu suçlamaların bana dönük olmadığını da koymuştum- bulunduğu bir dosya da “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiası ile yargılanıyor olmamı ortadan kaldırmadı.
İşte komplo olarak adlandırdığım durum budur. Komplo ise sadece beni hedeflememiştir. Benimle birlikte, muhalif olan gazetemizi de hedeflemiştir. Muhalif basına ve çalışanlarına dönük baskı, sindirme, engelleme vb. girişimlerin bir parçası olarak hayata geçirilmiştir.
Bu arada, tutuklandığım andan itibaren, hem avukatımın hem de benim tutuklanmaya ilişkin yaptığımız tüm itirazlara “matbu” denilebilecek (çünkü noktasına virgülüne kadar aynı içeriktedir) “red” cevapları aldık.
Mektubu sonlandırmadan önce, hapishane koşullaının yarattığı ciddi bir soruna da değinmek istiyorum:
Ben 51 yaşındayım ve hipertansiyon, hızlı kemik erimesi, ülser vb. kronik hastalıklarım var. Bunların düzenli olarak yapılması gereken, tahlil-tetkik de dahil tedavisine dönük koşullarda hapishane ortamında ortadan kaldırılmıştır. Ancak hapishanede olup da tedavisi engellenenin bir tek ben olmadığımı da hemen vurgulayayım. Hapishanelerde, kanser vb. ciddi hastalıkları olan ve aslında hapishane koşullarında yaşamaları mümkün olmayan çok sayıda insanın olduğu bilinmektedir.
“Başı- dişi” ağrıyan “paşaları”, tutuklanmalarından kısa bir süre sonra “sağlığı hapishanede kalmaya elverişli değil” diyerek salıverenler, söz konusu sistem muhalifleri olduğunda, körleri- sağırları oynamaktadırlar!
Komplocu bir yöntemle, hukuksuz ve keyfi olarak tutuklanmamı kamuoyunda teşhir etmeyi sürdürürken, önemli bir soruna, hapishanelerdeki sağlık sorununa da dikkat çekmek istedim.
Tutukluluk, dava vd. sürecime ilişkin daha geniş bilgi ise Avukatım GÜL ALTAY’dan alınabilir.
Av. Gül Altay’a ulaşım: 0532 367 15 33 nolu telefon üzerinden sağlanabilir.

SUZAN ZENGİN
Tutuklu Gazeteci (Çevirmen)
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B- 4