16 Ağustos 2010 Pazartesi

Tutuklu Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin'in Duruşmasına Duyarlılık Çağrısıdır!

SUZAN ZENGİN SERBEST BIRAKILSIN !
Kamuoyuna Açık Mektup
Başka Kanıt İstemez ! Muhalif Olmak Kafi !
Bir yıl boyunca keyfi – haksız – hukuksuz bir biçimde tutuklu kaldıktan sonra, 26 Ağustos 2010 tarihinde – nihayet – ilk duruşmaya çıkabildim. ( Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde)
Böylece tutuklandığımdan bu yana defalarca kamuoyuna açıklamaya çalıştığım gibi, hiç bir somut kanıta dayanmayan “yasa-dışı örgüt üyesi olduğum” iddiasına yanıt verebilme “fırsatı” yakalayabildim !
Savunmamda ilk olarak, açıkça savunduğum muhalif kimliğime ve bu kimliğime uygun olarak, uzun yıllardır yasal zeminde yürüttüğüm çalışmalara değindim, ayrıca gazeteci-çevirmen olduğumu yineledim.
Bana dönük “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiasına “kanıt” yapılmak istenen materyallerin-sözde- “kanıtların” tümünün, yasal bir gazetenin çalışmaları kapsamında olduğunu dile getirdiğim , savunmaya ek olarak bunların somut delillerini de mahkemeye sundum.
* Örneğin; iddiaya kanıt yapılmak istenen telefon dinlemelerinin, gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan görüşmeler olduğunu, herkese açık bir telefondan gizli bir çalışma yapılamayacağını küçük bir çocuğun bile bilebileceğini vurgulayarak, dinlenen telefon numarasının künye üzerinde yer aldığı gazeteleri savunmaya ek olarak verdim.
* “Kanıt” yapılmak istenen görüşmelerin ağırlıklı olarak sendikalarla yapılan görüşmeler olduğunu, bunun dosyada açıkça görülmesine karşın, iddianame de “belirlenemeyen” ibaresiyle yer aldığını, bu durumun bile tek başına, iddianamenin ne kadar zorlama bir mantıkla hazırlandığının kanıtını oluşturduğuna dikkat çektim.
* Avukatım dosyada açık olduğu halde, iddianamede “belirlenemeyen” sendikacıları tanık olarak dinletti. Böylece görüşmelerin kimlerle yapıldığının yanı sıra içeriğinin ne kadar sıradan ( çeviri, tercüman bulma vb.) nitelikte olduğu da görüldü.
* İddiaya dayanak yapılmak istenen iki haber- röportaj niteliğindeki yazının gazete de zaten yayınlanmış olduğunu ortaya koyarak, bunların yer aldığı gazeteleri sundum.
* Bir sendikanın, açık imzalı eylem programı, basın açıklaması çağrısı gibi sözde “kanıtları” heyete göstererek, bunların neresinde yasa-dışılık olduğunu sordum.
* Başkanı Filipin’li olan, demokratik – anti emperyalist uluslararası örgütlenme İLPS’nin ( Halkların Uluslararası Mücadele Ligi ) sözde üyesi olduğum iddia edilen yasa-dışı örgütün “yan kolu” olduğu iddiasının komikliğine dikkat çektim.
* Yine “kanıt” yapılmak istenen gazetenin açık dağıtım- satış bilgileri, büro kirası, elektrik, telefon faturası gibi çok net görülen hesap çizelgeleri türü materyallere, kitap standı fotoğraflarına dair söyleyecek söz dahi bulamadım.
Dosya da ve iddianamede bana ilişkin “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiasına “kanıt” yapılmaya çalışılan tüm “deliller”- materyaller de zaten bnlardan ibaretti... Ve somut deliller eşliğinde açıklamasını yaptığım bu materyaller, yasal bir gazetede yasal bir çalışma olarak gazetecilik- çevirmenlik (çevirdiğim kitaplar ve Turizm Bakanlığı belgem çevirmenliğimin kanıtı olarak mahkemeye sunuldu ayrıca ) yaptığımı, başka bir izahate gerek duyulmayacak biçimde açıklıyor, yasa-dışı bir çalışmanın söz konusu olmadığı yeterince ispatlanıyordu aslında... Ayrıca emekli olmam, 13 yıldır sabit ikamette bulunmam gibi bir durumda söz konusuydu.
Ancak, bana dönük “yasa dışı örgüt üyeliği” iddiasından başka bir iddia bulunmamasına, bu iddiaya “kanıt” yapılmak istenen tüm materyallerin yasal bir çalışma kapsamında olduğunu kanıtlarıyla koymama, bunun dışında ne bir tanık vb. durumu olmamasına rağmen, eylem yapma iddiasıyla yargılanan başka sanıkların da bulunduğu bir dosya da yargılanıyordum.
Bu durumu ben gözaltına alınıp, tutuklandığım sırada öğrenmiştim. Ancak daha o zaman, ne eylem yapma iddiasıyla yargılanan bu kişilerle ne de sözü edilen eylemle bir bağım olmadığı açığa çıkmıştı.
Muhalif kimliğimi ve de muhalif bir gazetede çalıştığımı bilen polis – çünkü herkesin bildiği üzere, muhalif basın ve çalışanları her daim polisçe izlenir/gözlenir- her gün gazete bürosunda olduğumu bildiği halde, 1 yıl önce, 13 yıldır ikamet ettiğim evime sabaha karşı bir baskın düzenleyerek gözaltına almış, eş zamanlı olarak bu kişilerde evlerinden alınarak emniyete getirilmişti. Gizlilik kararı nedeniyle ancak 8 ay sonra çıkan dosya- iddianamede de bana ilişkin böyla bir (eylem vb.) iddia yoktu, bu kişilerle aramda her hangi bir bağ bulunmuyordu. Hiç bir somut kanıta dayanmayan, zorlama bir iddianame ile “yasa dışı örgüt üyesi” olduğum iddia edilmişti. Bu iddiayı mahkeme de nasıl yanıtladığıma ise daha önce değinmiştim.
Bu arada benim tutuklanmamdan aylar sonra, gazetemizin bir okuru aynı dosya kapsamında işyerinden alınarak tutuklanmıştı. O na dönük tek iddia da yine “yasa dışı örgüt üyeliği” idi. Bu iddiaya dönük ise tek bir sömut kanıt yoktu. Okurumuz arasıra gazeteye telefon etmişti. Tek “kanıt” buydu. Bu da yine 26 Ağustos ‘ta yapılan ilk duruşmada açığa çıkmıştı. Duruşma da açığa çıkan bir başka gerçek daha vardı ki, bu da herhangi bir örgüt adına yapılan bir eylemin söz konusu olmadığıydı.
Gerek eylem yapma iddiasıyla yargılanan sanıkların beyanları (ki bu arada polisin ve savcının kendilerine okutmadan ifade imzalattıklarını da beyan ettiler.) gerekse bu sanıkların avukatlarının, dosya ve iddianamedeki baştan sona çelişik olan duruma da özellkle vurgu yaparak (örneğin dosyanın bir yerinde sözü edilen, daha sonraki bölümlerde ve de iddianame de görünmeyen, delil olarak sunulamayan eylem araçları) yaptıkları savunma, ortada olsa olsa alacak- verecek meselesine dayalı adli bir vakanın olabileceğini gösteriyordu.
Duruşma da (26 Ağustos 2010) bana ne bu kişilerle ne de söz konusu eylemle ilgili tek / hiç bir soru sorulmadı. Aynı şekilde onlara da benimle ilgili tek bir soru yöneltilmedi. Zaten bana tüm duruşma boyunca, kimlik bilgisi almanın, örgüt üyesi iddiasına ne dediğim ( tek ve kısa bir cümle olarak) ve de savunmam bittikten sonra, gazetenin irtibat telefonu olan (dinlenen) telefonun numarasını doğrulatmanın dışında tek ve en küçük bir soru dahi yöneltilmedi. Buna karşın diğer sanıklara kendilerine dönük iddialarla ilgili- tümü benim dışımda olan- bir çok soru soruldu.
Duruşma da, neden böyle bir dosya içinde yer aldığımı, neden 1 yıldır tutuklu olduğumu, neden kendimi savunmak zorunda kaldığımı sordum.
Sorularımın cevabını tabii ki alamadım...
Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar vererek, bir sonraki duruşma tarihini 15 Şubat 2011 olarak belirledi. Yani yaklaşık 6 ay sonraya !
Bir yılda ilk duruşmaya ancak çıktıktan sonra, bu bir sonraki duruşma için 6 ay daha tutuklu kalacağım anlamına geliyor. Bunun anlamı her şeyden önce, hiç bir somut kanıta dayanmadan, peşin cezalandırma mantığı ile, 1,5 yıl hapiste tutulmamdır. Tabii bir sonraki duruşmada tahliye olursam... Yoksa bu süre daha da uzayabilir...
Haksız- hukuksuz tutukluluk sürem boyunca ortaya çıkan, ailemin, çocuklarımın mağduriyetinin daha belirsiz bir süre boyunca devam edeceğine, yine bu süre içinde, tedavi edilmediği için ilerleyen, hızlı kemik erimesi, hipertansiyon, ülser gibi sağlık sorunlarımın daha da artacağına ise ayrıntılı olarak değinmiyorum bile. Çünkü bunlar yaşanan gelişmeler karşısında tali kalmaktadır.
Benim keyfi- hukuksuz bir biçimde komplovari bir yöntemle tutuklanmamı, muhalif basına ve çalışanlarına (hatta okurlarına) dönük baskı- gözdağı- engelleme çabalarının bir parçasıdır.
Ezilen emekçi yığınlardan yana taraf olan muhalif basını ve çalışanlarını, emekçilerin gözünden düşürme- onlardan koparma çabasıdır.
Özellikle son dönemde muhalif basın üzerindeki baskıların ne derece arttığı, muhalif yayınlara getirilen kapatma- toplatma cezalarından, çalışanlarının herhangi bir somut gerekçeye dayandırılmadan tutuklanmalarında da görülmektedir.
Bundandır ki, onlarca muhalif basın çalışanı hala tutuklu bulunmaktadır. Baskılar bu yayınların okurlarına kadar uzanmaktadır. Bu da yetmemekte, muhalif basın ve çalışanları, bu yayınların okuru olma ihtimali olan (ki olabilirler de) kişilerin yaptıklarından dahi sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
Aynı durum, çalışanı olduğum Umut Yayımcılık ve onun bünyesinde çıkan İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi, Yeni Demokrat Gençlik Dergisi gibi periyodik yayınlar ve çalışanları içinde geçerlidir. Bunun en somut örneği ise benim herhangi bir somut kanıta dayandırılmadan gerçekleştirilen tutuklanma sürecim ve bunun sürüyor olmasıdır.
Oysa hapishaneler, mahkemeler, düzenden yana yayın yapan gazete vb. yayınların okurları ve onların işlediği iddia edilen suçların dosyaları ile doludur. Nasıl ki bu yayınlar ve çalışanları bu durumdan sorumlu tutulamazsa, aynı şey muhalif basın ve çalışanları açısından da geçerlidir.
Son olarak diyeceğim şudur ki; sadece kendilerine “demokrat” olan, “demokrasi havarileri” en küçük bir muhalefete dahi tahammül edememektedir.
Yasal zeminde, herkesin gözü önünde olsa dahi, muhalif bir çalışma içinde olmanız, keyfi- hukuksuz ve komplocu bir yöntemle tutuklanmanız için yeterlidir.
Kısacası, tutuklanmanız için başka kanıt istemez, muhalif olmanız kafidir !
01/09/2010 Suzan Zengin
Tutuklu Gazeteci- Çevirmen
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B / 4



Merhaba;
Aşağıda mektubunu okuyacağınız Gazeteci- Çevirmen ve İnsan Hakları aktivisti Suzan ZENGİN yaklaşık 1 yıldır tutuklu bulunmaktadır. 26 AĞUSTOS 2010 Perşembe günü saat 10.00’da Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanacak duruşmayla, 1 yılın sonunda ilk kez hakim huzuruna çıkmış olacak.
Hiçbir somut delile dayanmayan “örgüt üyeliği” iddiasıyla 1 yıldır hapishanede tutulan Suzan ZENGİN şahsında, sayıları her geçen artan ve bugün 39’a ulaşan tüm tutuklu basın-yayın çalışanları ve gazetecilerin serbest bırakılması talebimizi dile getirmek için, tüm duyarlı kişi ve kurumları 26 Ağustos 2010 saat 10’da Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek duruşmaya katılmaya ve saat: 9.30’da Adliye önünde gerçekleştirilecek basın açıklamasına güç veremeye, Suzan Zenginle dayanışmaya çağırıyoruz.
Ailesi Adına
BEKİR ZENGİN
***
Merhaba;
Ben 10 aydır Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan bir çevirmen-gazeteciyim. Bu süre içinde hiç mahkemeye çıkarılmadım. İlk duruşmam 26 Ağustos 2010 da. Yani tutuklanmamdan tam bir yıl sonra. Bu tarihin adli tatile denk getirildiğini de ayrıca vurgulayayım.
Tutuklanmamdan tam 8 ay sonra hazırlanan iddianame de “yasa-dışı örgüt üyeliği” ile suçlanmaktayım. Ancak ne iddianamede ne de dosyada yöneltilen suçlamaya dönük tek bir “kanıt” bile yoktur. “Kanıt” olarak sunulmaya çalışılan-sunulan materyallerin tümü çalıştığım İşçi-Köylü Gazetesi’nin çalışmaları kapsamındadır.
Bunlar, gazete de yayınlanmış haber, röportaj, gazetenin açıkça belirtilen büro kirası, telefon vb. hesapları ve de gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan, gazete çalışması kapsamında görüşmelerdir. Bunların tümü de yasal-meşrudur.
Durumuma ilişkin buraya kadar aktardıklarımı, bir süre önce yazdığım bir mektupla , kamuoyuna duyurmaya çalışmıştım. Aynı mektupta, tutuklanmamın bir komplo sonucu gerçekleştiğine de vurgu yapmıştım. Burada ise daha ziyade nasıl bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığımı aktarmaya çalışacağım.
Uzunca yıllardır sistem muhalifi devrimci bir kimliğim var. Bu kimliğimi ise hiçbir zaman ve hiçbir yerde gizleme ihtiyacı hissetmedim. Kimliğimi her zaman, her koşulda açık açık savundum. İkametimi bile 13 yıldır değiştirmedim. Bugüne kadar çok sayıda devrimci-demokratik kurumda, yine açık kimliğimle çalıştım. Bunun yanısıra da, halen üyesi olduğum İnsan Hakları Derneği’nin İnsan Hakları mücadelesine de katıldım.
7 yıldır Umut Yayımcılık bünyesinde çalışmaktayım. Son üç yıldır da Umut Yayımcılık tarafından çıkarılan İşçi-Köylü Gazetesi’nin Kartal bürosundayım. Burada hem gazetecilik hem de yayınevlerine çevirmenlik yapmaktayım.
Kimliğim ve kimliğime uygun bu pratiğim polis tarafından da bilinmektedir. Çünkü bu ülkede polisle-mahkemeyle tanışmamış olan sistem muhalifi neredeyse yok gibidir.
Bu açık ve bilinen kimliğime karşın, 28 Ağustos 2009 tarihinde, sabaha karşı, evim silahlı polisler tarafından basıldı. (Oysa hergün gazete bürosunda olduğum polisce çok iyi bilinmektedir. Çünkü muhalif gazeteler, kurumlar ve çalışanları neredeyse 24 saat polis tarafından izlenir-gözlenir. Bunu da herkes bilir!)
Evde yapılan aramadan sonra götürüldüğüm Emniyet Müdürlüğü’nde, buraya gelen avukatım aracılığı ile, benim dışımda 3 genç erkeğin daha, evleri -aynı saatlerde- basılarak, emniyete getirildiklerini öğrendim. 4 gün kaldığım Emniyet’ten İstanbul Adliyesi’ne götürülmek üzere çıkarıldığımızda ancak görebildiğim ve bir eylemle suçlandıklarını öğrendiğim bu kişileri tanımıyordum. Aynı şekilde onlar da beni tanımıyordu.
Zaten ne Emniyet’e, ne savcılıkta ne de çıkarıldığımız mahkeme de bana ne bu kişilerle ilgili ne de bunlara yöneltilen iddialarla ilgili herhangi bir soru da yöneltilmemişti.
Ortada bu yönlü bir kanıt- tanık- ifade vb. durum da yoktu.
Durum böyle olmasına ve gazeteci olduğumu söylememe, bunun tersini kanıtlayacak hiçbir kanıt olmamasına karşın, çıkarıldığımız mahkeme, bu kişilerin yanı sıra, benim hakkımda da tutuklama kararı verdi.
“Gizlilik” kararı konulan dosya- iddianame tam 8 ay sonra ortaya çıktığında da, daha önce değindiğim, gazeteye ait materyallerin dışında, “yasa-dışı” olarak adlandırılabilecek hiçbir delilin olmadığı bir kez daha görüldü.
Ancak hiçbir temele- kanıta dayanmayan iddianame, benim, eylem vb. suçlamaların- ki bu suçlamaların bana dönük olmadığını da koymuştum- bulunduğu bir dosya da “yasa-dışı örgüt üyeliği” iddiası ile yargılanıyor olmamı ortadan kaldırmadı.
İşte komplo olarak adlandırdığım durum budur. Komplo ise sadece beni hedeflememiştir. Benimle birlikte, muhalif olan gazetemizi de hedeflemiştir. Muhalif basına ve çalışanlarına dönük baskı, sindirme, engelleme vb. girişimlerin bir parçası olarak hayata geçirilmiştir.
Bu arada, tutuklandığım andan itibaren, hem avukatımın hem de benim tutuklanmaya ilişkin yaptığımız tüm itirazlara “matbu” denilebilecek (çünkü noktasına virgülüne kadar aynı içeriktedir) “red” cevapları aldık.
Mektubu sonlandırmadan önce, hapishane koşullaının yarattığı ciddi bir soruna da değinmek istiyorum:
Ben 51 yaşındayım ve hipertansiyon, hızlı kemik erimesi, ülser vb. kronik hastalıklarım var. Bunların düzenli olarak yapılması gereken, tahlil-tetkik de dahil tedavisine dönük koşullarda hapishane ortamında ortadan kaldırılmıştır. Ancak hapishanede olup da tedavisi engellenenin bir tek ben olmadığımı da hemen vurgulayayım. Hapishanelerde, kanser vb. ciddi hastalıkları olan ve aslında hapishane koşullarında yaşamaları mümkün olmayan çok sayıda insanın olduğu bilinmektedir.
“Başı- dişi” ağrıyan “paşaları”, tutuklanmalarından kısa bir süre sonra “sağlığı hapishanede kalmaya elverişli değil” diyerek salıverenler, söz konusu sistem muhalifleri olduğunda, körleri- sağırları oynamaktadırlar!
Komplocu bir yöntemle, hukuksuz ve keyfi olarak tutuklanmamı kamuoyunda teşhir etmeyi sürdürürken, önemli bir soruna, hapishanelerdeki sağlık sorununa da dikkat çekmek istedim.
Tutukluluk, dava vd. sürecime ilişkin daha geniş bilgi ise Avukatım GÜL ALTAY’dan alınabilir.
Av. Gül Altay’a ulaşım: 0532 367 15 33 nolu telefon üzerinden sağlanabilir.

SUZAN ZENGİN
Tutuklu Gazeteci (Çevirmen)
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B- 4