18 Ağustos 2010 Çarşamba

Doğan Akhanlı serbest bırakılsın!

Ermenistandan ikinci mektup
Yeğpayrs Doğan Akhanlı
Sevgili Doğan,
Merhabalar, tutuklanışınla ilgili çok büyük bir üzüntü yaşıyorum. Umudum, bu anlaşılmaz durumun en kısa zamanda son bulmasıyla, özgürlüğüne kavuşman, seni seven ve sayanlarına
ulaşmandır. Bulunduğum yerden senin için yapabileceklerimin çok sınırlı olduğunu anladığına emin olduğundan, sana şu an bulunduğun yerde, moralini yükseltmeye fazlasıyla yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir yazı yolluyor, hemşehrin MEHDİ'nin Beşiktaş'ı sevdiği AŞK kadar güçlü bir duyguya sarılarak, hayatı sevmeye devam etmeni diliyor, hasretle kucaklıyor, öpüyorum.
Sevgilerimle, Sarkis

BEŞİKTAŞLI MEHDİNİN ÖYKÜSÜ

İstanbul viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası
olmayanların kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, ya da sondur burası. Hele öğlen kalkan ya da öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.
Öğlen ezanı okunuyordu. Nisan'dı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. Artvin'e gidecek otobüs
yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı. -22 numara, 22 numara.... 22 numara yoktu.
Tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona. Ambulanstan, gözaltına kadar sakallı bir adam
indi. Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. Muavin -Bagaj var mı? Adam -Yok,ama cenazem var dedi. Muavin yıkıldı. Çünkü ağzına kadar dolu bagajı indirip, tekrar
yerleştirmek demekti bu. Peron zili çaldığı halde Artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu.
Tabut orta kısma sürüldü, ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. Yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni. Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri, otobüs yola düştü. 22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. Müsade isteyip yerine oturdu. Yanındaki yolcu merakını kustu hemen, -Allah rahmet eylesin, yakının mıydı? Adam düşündü uzun uzun, 'Mehdi' benim neyim oluyor diye. İçini çekip, -Kardeşimdi, dedi. Otobüs köprü üzerinden geçiyordu. Adam içinden, ' Mehdi, son kez hisset boğazı' diye geçirdi.
Uzun yol başlıyordu. Adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu
kıpır kıpırdı. Sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu. –Kaç yaşındaydı? diye sordu yolcu. Adam, -Tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı.
-Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun diyerek hayret dolu çıkıştı yolcu. -Kardesim dediysem, öyle değil diye cevap verdi adam.
-Ya nasıl? dedi yolcu.Uzun bir sohbet başlıyordu, Otobüs İstanbul sınırlarından çıkarken.
-Mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. Alt koğuşlarda, 1980 fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavga çıkınca bizim koğuşa postaladılar.
1980 fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi'nin. En dipte benim ranzanın sağ altına yatırdılar onu. Birkaç ay kimseyle konuşmadı. Yemek yaptı, topladı, çay dağıttı. Havalandırmada yalnız dolaşırdı. Koğuş eğitimlerimize
katılmazdı, 'annamam öyle seylerden' der kenara çekilirdi. Anladım ki fraksiyoncu filan değil. Bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapıştırırdı geceleri. Her koğuş baskınında Jandarma o defteri bulur yırtardı. Bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya attım. Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi hayretler içinde kaldı. Ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını. Herhalde karı-kız resimleridir, hela için malzeme yapıyordur diye düşünüyordum. Öyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. Işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. Gözlerime inanamamıştım. Koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. Resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirilmiş
buruşukluktaydı. Ama her birinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti. İlginç gelmişti bana Mehdi. Bir sabah yoklamasında yanında durdum. Pantolonuma soktuğum defteri arkadan sıkıştırdım
eline. Şaşırdı. Çocuk gibi sevindi. Teşekkür etmek istedi, konuşmadım onunla. Ajan damgası yiyebilirdim koğuşta. Havalandırmada yolumu kesti.'Sağol' dedi. Sigara tuttum ona. Çömeldik. 'Kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde' dedim. 'Vallahi ben de
bilmiyorum, neci olduğumu ben de bilmiyorum' dedi Mehdi. 'Peki anlat o zaman' dedim. Kimseye demek yok ama, söz mü?' dedi. 'Söz' dedim. Eylül 80 yılıydı. Malum, stad bir tane. Ülke bir savaş yasıyor ama bizim derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. Akşamdan yığıldık,
sabahlıyoruz kapalının kapısında. Kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde yarım somun ekmek. Baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz Maçka tarafına, Dolmabahçeye, Spor Sergiye. Ben gece üç
gibi Maçka'dayım. Motorcular geliyordu aşağıdan. Son seferinde karşıdan grup indirmiş, numayiş yapacaklarmış, dikkat et dediler.
Bıçkın delikanlıyız o zamanlar,semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. Bir o sokağa dalıyorum, bir bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. Allah dedim, çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. On kişiydiler, dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini
iyileştiririm dedim, ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçmaya başladılar, ben de arkalarından. Meğer benim hemen arkamda Polis varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından koşuyor. Girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala bana teslim oldular diye havalardayım, Polis arkadan ışık
tutunca uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan 'at elindeki silahı' diye bağırıyor, ben kala kaldım. İçimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız. Çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis minibüsünde Gayrettepe'ye vardık. Nezarete oturduk, 'geçmiş olsun'laştık. Çocuklar duvara yazı yazacaklarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm kendi kendime, bir an önce salsalar da maça yetişsem diyorum hala. Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan biri. Uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. Durumu anlattım güldü bana. Rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size dedi. Ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koydum kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu. Apar topar çıkardılar dışarı. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile, kodumun hırsızı dedim arkasından.
Sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker-teker. Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte. İçim rahat, ifadeyi verip gideceğim maça. Aaa, bir baktım bizim hırsızı da aldılar odaya, oturdu karşımda. Burnu tamponlu, sargı içinde. N'oldu lan yetmedi mi dedim. Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. Sivilmiş meğer, nezaretten laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım. Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun davasından 'memura karşı koyma ve darptan' kalakaldık.
Maç gitti, ama asil giden benim hayatımdı. Asker ertesi gün darbe yaptı. Memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. Darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım. Konuşturmadılar bile. Sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. Her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. Ben de kimseyle konuşmamaya başladım. Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormuş ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler. Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse Beşiktaş abuk sabuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası
jandarma dayağı, bıktım, ağzımda
diş kalmadı.
Otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. Yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. İkide bir 'vah, vah' diyor, yorum yapmak istiyordu. Adam aşağı indi, bir sigara yaktı. Hava soğumaya başlamıştı. Bagaj sıcak mıdır diye düşündü. Ölüler üşümezdi oysa. Çaylarla birlikte üst üste, hızlı,hızlı sigaralar içildi. Anons yapıldı,otobüs mola yerinden ayrıldı. Meraklı kulaklar dikildi, VCD'de oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu.
Adam devam etti. Mehdi'nin bir arkadaşı olmuştum artık. Okumamıştı, ama hayat onu yetiştirmişti. 'Bize katıl' dedim ona. Anlamam o işlerden, sevmem o işleri dedi. 'Olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sen de tartış bizimle' dedim. Koğuş sorumlumuza durumu anlattım. 'Ajan olabilir' dedi. Ben kefil oldum Mehdi'ye. Oturdu o akşam bizimle. Kısmetsiz Mehdi'nin ilk gecesi de şanssız başlamıştı aramızda. Okuma yapılacaktı. Zuladan kitaplar çıktı. Herkes harıl harıl okumaya başladı. Yan gözle Mehdi'yi seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı.
Ama onu bekleyen bir sürpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı gece yarısı. Okuma bitti. Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun sorduğu sorulara yanıt veriyordu. Sıra Mehdi'ye geldi. Ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve Mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum. Koğuş sorumlusu sordu 'Mehdi, teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedeler mi?' Ben yer yarılsa da içine girsem diye düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı tıkadım.
'Bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır. İnsanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur. Benlik, bencillikten türemiştir. Teori diye tanımlanan hareket, insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. İşte insanoğlu harekete saygıyı yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik ya da bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. Teoride yenik düşmek, eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. Ben sevdalarıma hiç yenilmedim'.
Sessizlik oldu. Kulaklarımı diktim sessizliğe. Felsefenin temel ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. Işıklar söndü, herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. Birkaç gece geçti. Koğuş sorumlusu Mehdi'yi istedi yanına. Ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı. Hiçbir kayıt yoktu. Direk sorgu yapacaktı. Havalandırma sırasında benle Mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini ona da anlattı Mehdi.

'Peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka bağlayıp nasıl sonladın Mehdi?' dedi koğuş sorumlusu. 'Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu?' diye cevap verdi Mehdi ve devam etti. 'Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yasayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini, bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor?' diye konuştu Mehdi.
Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim çıkmıştı dergilerde ama Mehdi'nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti. İleriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile Beşiktaşlılığı anlattı. O zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, Beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. Şimdi anlayabiliyorduk Mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan, seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş'ı bu kadar sevebilmesini. Çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini. 82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. Kararı çıkan kendi memleketine
yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu. Mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti. Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu. Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu.
Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor haberlerinin
gelmesini bekliyordu. Yaza doğru karar çıktı, devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti Mehdi'nin. Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeplerle cezasını müebbete çevirmişti. Bu tam bir yıkımdı. Mehdi'yi sakinleştirmek için yanına gittim. Zaten sakindi ama hüzünlüydü. 'Şimdi olacak şey mi bu müebbet. Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı seyredemeyecek miyim şimdi?' dedi Mehdi ve devam etti. 'Birde benim sevdiğim vardı biliyor musun? O benim sevdiğimin farkında bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim.' Mehdi sevdiği kızı
uzun uzun anlattı bana. Yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü anlattı, evinin yönünü anlattı, bakışlarını anlattı. Beynimde zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. Söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, Mehdi'nin kızına. Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. Artık buralarda kalmasının anlamı yoktu. Nakil istedi. Hem de kimselerin tahmin edemediği bir yere, Eskişehir'e, ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. Ama Beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. İdare seve seve kabul etti, bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti. Giderken sanki mahpusluğa değil, İstanbul'dan Es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi. Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı. Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık. Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık. Bir an önce otobüse dönüp Mehdi'yi
dinlemek istiyorlardı.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu. 'Sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?'diye sordu şoför. Adam kaldığı yerden devam etti. Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. Üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık. Bu sevince bir de Beşiktaş'ın Eskişehir'i 3-0 yenip şampiyon oluşu da eklenince, o gece hem Mehdi'yi anmak, hem de şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. Bir hafta sonra ben de ayrıldım oradan.
Bursa hapisanesine sevk oldum, iyi bir yerdi. Ama Eskişehir'den inanılmaz haberler geliyordu. Kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk. Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini
gönderiyordu, bir de boncukçuluğa merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah-beyaz hediyeler gönderiyordu bana. Ara sıra mektup da yazıyordu, ama yarısı yırtık, karalanmış ve silinmiş şekilde. Silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine.

Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir'de. İçim içimden gitti Mehdi dedim. Bir şey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, haber gelmedi sonraları. Ben tahliye oldum. Mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile. Eskişehir'deki isyanı o başlatmış. O yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı. Avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. Çaresiz İstanbul'a döndüm. İçim içimi yiyordu. Mehdi'yi bulamıyordum. Arkadaşlarını buldum, Beşiktaş'ta. Onlar da kovalıyorlardı işi ama nafile.
Birden karşıma o çıktı. O kız. Mehdi'nin sevdiği kız, Mehdi'yi sordu. Büyülenmiştim. Konuşamadım bir süre. Bir muhallebicide oturduk, uzun uzun anlattım ona olup bitenleri. Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça. Sık görüşmeye başladık, bir sure sonra Mehdi'den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık. Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste,'yapılır mı bu?' diyordu bir kısmı, diğer yandan 'niye olmasın ki' diyordu arka taraftakiler.
Otobüs Karadeniz'e paralel virajlari ala ala, sabaha karşı Vakfıkebir'e ulaşmışlardı. Adam konuşmaya devam etti, 'Onunla evlendim. Beşiktaş'ta ev tuttuk. Mehdi'den haber yoktu. İşsizdim. Zor geçiniyorduk. Özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım. Reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular, hepsi yolunu buldu.
Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. Hani o benlik bencilliğe dönmesi, aşkı, sevdası. Nerede kalmıştı o yüce teoriler. Hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. Çocuğumuz da oldu bu sıkışıklıkta, adını koymakta tereddüt etmedik, 'Mehdi'. Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. Tribün tayfası olmuştum, bir iş buldum sonraları. Kalem katipliği gibi birşey belediyede.
Yıllar geçti, Mehdi'den haber yoktu. Kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. Ama ben görmedim. İzini sürmeyi bıraktım.Yıllar geçti aradan. Bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyah-beyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki. Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum, yetişemedim. O muydu, değil miydi, çok kuşkulandım.
Tekrar aklıma düştü Mehdi. Araştırmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasını çabuk çabuk okudum. Mardin'de, Antep'te, Bingöl'de yatmış. Hastalanmış. Yaralanmış. Önceden suç işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçları da ortadan kalkmış, sonra da Rahşan Hanım affından salıverilmiş. Demek doğruymuş, oymus. Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım. Bulamadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Uyku çökmüştü otobüse. Artving özüküyordu, ama viraj, viraj, viraj. Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin. Adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini. Geçen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku aldı beni, mahpusluktan kalma alışkanlıkla. Bir kağıt tutuşturdular elime. İstinye Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. Ne için diye sordum, tesbit dediler. Ceketimi aldım çıktık. Hastanenin bodrum katına indirdiler beni. Morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni. Çarşafı kaldırdı, yatan Mehdi'ydi. Öylesine yaşlanmış, saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar cesedi yatıyordu sedyede. 'Başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak, kardeşinizmiş, Allah sabırlar versin' Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan.
Yıllardır aradığım adam karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz. Evrakları hazırladılar, işlemleri
yaptırdım. Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. Doğum yeri gözüme çarptı Mehdi'nin. Artvin. Ertesi gün onu Artvin'e götürüp gömmeye karar verdim. 'Peki, kimi kimsesi kalmamış mı garibin İstanbul'da?' dedi muavin. 'Yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet
memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye' diye cevap verdi adam. Artvin otogarına girdi otobüs. Omuzlar üzerine alındı Mehdi. Yukarı mahallede bir camiye götürdüler. Otobüs yolcuları cemaat olmuştu. İmam sordu, 'Merhumu nasıl bilirdiniz?' Hep
bir ağızdan 'iyi bilirdik' sesi yankılandı. Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla Mehdi. Ama aşkı hiç ölmemişti.

Ermenistan’dan mektup var: DOĞAN AKHANLI'YA ÖZGÜRLÜK !
Çok üzülerek duyduğum bir haberle ilgili dün kaleme aldığım yazıyı size ulaştırıyor ve dostum Doğan'ın özgürlüğüne kavuşması için gerekli çabalara katkıda bulunacağınıza emin olduğumu bilmenizi istiyorum. SH

DOĞAN AKHANLI'YA ÖZGÜRLÜK !
Her ne kadar Türkçe'de "Kara haber tez ulaşır" dense de, Doğan Akhanlı'nın tutuklandığına dair üzücü haberi Ermenice'de "Cuma Cumartesi'nden erken geldi" halk sözüne birebir uyan bu cuma günü, çok geç aldım. Şimdi artık denizleri olmayan Ermenistan'a, 2005 nisan'ında, 1915 soykırımının 90. Yıldönümü etkinliklerine katılmak amacıyla yapmış olduğu ziyaret günlerinde, "memleketinize elim boş gelemezdim" diyerek Yerevan'a beraberinde getirdiği, dürüst bir aydının el emeği, göz nuruyla yaratılan Denizler üçlemesi (Denizi beklerken, Gelincik Tarlası ve Kıyamet Günü Yargıçları) çalışmalarıyla halkımız tarafından tanınmış yazar, çevirmen, insan hakları savunucusu dostum
Doğan Akhanlı'nın İstanbul'da tutuklanışını, 2008'den beri düşünce özgürlüğü "suçundan" hükümlü onlarca politik tutukludan biri olarak bulunduğum mahpusane hücremden protesto ediyor, gücümün yettiğince "Doğan'a özgürlük !" diye haykırarak, sesimin, nefesimin ona ulaşmasını arzuluyorum. Henüz 28 yaşındayken kendisine reva görülen hapis ve işkenceleri tanımış olan Doğan'ın 53 yaşındayken de, aynı eziyet ve acılara yeniden uğratılmasına, tertemiz bir yürek taşıyan, ender rastlanan aydın bir insana karşı yapılan bu insafsızlık ve haksızlığa karşı çıkan, onun bir an önce özgürlüğüne kavuşması için seferber olmaya kararlı, Alman, Türk, Kürt, Zaza, Laz, Arap, Yahudi ve Ermeni tüm dostların ortak çabalarının tez elden olumlu bir sonuç vereceğine olan inanç ve umudumla, tüm o güzel insanlara, özgürlük özlemiyle tutuşan yüreğimle saygılar sunuyor,
manevi destek ve dayanışma duygularımı iletiyorum,
Sarkis HATSPANIAN
"Vardaşen" mahpusanesi,
>> 27.ağustos.2010 -
>> ERMENİSTAN

basın açıklaması
recherche international e.V. (Uluslar Arası Araştırma Derneği)

Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net

Basın Açıklaması:
Yazar ve İnsan Hakları Savunucusu Doğan Akhanlı Haksız Yere Tutuklandı
2001 yılından beri Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşı olan, tanınmış yazar Doğan Akhanlı İstanbul’da havalimanında tutuklandı ve Metris askeri cezaevine nakledildi. Akhanlı 1991 yılında terkettiği Türkiye’ye ilk kez dönüyordu. Amacı sağlık problemleri yaşayan babasını ziyaret etmekti.

Savcılık Akhanlı’yı, 1989 yılında İstanbul’daki bir döviz bürosuna yönelik ve bir kişinin de öldüğü bir soyguna iştirak etmiş olmakla suçluyor. Akhanlı bu suçlamayı ve bu soygunla herhangi bir ilgisi olduğunu kararlı bir biçimde reddetmektedir. Avukatları Haydar Erol (İstanbul) ve ilyas Uyar (Köln), savcılığın ortaya koyduğu delillerin her türlü dayanaktan yoksun olduğunu belirtmektedirler.

Gerçekten de Akhanlı’yı 1992 yılında suçlamış olan ilk tanığın ağır işkence altında ifade verdiği doktor raporuyla da saptanmıştır – bu ifade hukuki kriterler içinde kullanılamaz. Bu nedenle polis, olay mahalli tanığı ve kurbanın oğlu olanikinci bir tanığa yalnızca Akhanlı’nın fotoğraflarını göstermiş ve kendisini fotoğraflardaki şahsın faillerden biri olabileceği yönünde bir ifade vermeye yönlendirmiştir. Bu ifade de hukuksal ölçüler içinde yürütülen bir sorgulamada Doğan Akhanlı’nın tutuklanması için yeterli olamaz; tanığa, kişiyi teşhis edebilmesi için en azından çok sayıda kişinin fotoğraflarının gösterilmesi gerekirdi.

Hukuksal bir işlem çerçevesinde, suçlanan kişinin ağır sorgulama ihmalleri nedeniyle derhal serbest bırakılması gerekirdi. Görevdeki sorgu hakimi, Akhanlı’nın tutuklanmasını 10. 08 2010 tarihinde, 20 dakikalık bir sorgunun ardından onaylamıştır. Tutukluluk haline yapılan ilk itiraz 20 Ağustos 2010 tarihinde reddedildi. Doğan Akhanlı’nın tutuklanmasına neden olan ifade, kendisinin 6 yıl 11 ay önce çekilmiş bir fotoğrafına dayandırılan ve 1992 yılında düzenlenmiş olan bir teşhis tutanağıydı. Akhanlı’yı teşhis ettiğini söyleyen kişi, 13.08.2010 tarihinde bu ifadesini geri aldığı halde, savcılık aynı gün Akhanlı’nın İstanbul’dan Tekirdağ’a nakline karar verdi. Bu durum avukatların, Almanya konsolosluğu yetkililerinin ve akrabalarının tutukluyu ziyaret etmelerini güçleştirmekte, hatta imkansız hale getirmektedir. Avukat Haydar Erol’un tutukluluk haline karşı yaptığı ikinci itiraz da 24.08 günü reddedildi.


Akhanlı, hakkındaki suçlamalara ilişkin kısmen bilgi sahibiydi ve bu nedenle Almanya’dan ayrılmadan önce, tutuklanması halinde kendisine destek vermeleri için avukatlarını ve bazı arkadaşlarını bir tedbir olarak bilgilendirmişti. Bu nedenle bizler, yetkili hakimlerin ellerindeki iddia ve olguları, hukuk devletine yakışan bir özenle değerlendirmeleri gereğini önemle vurguluyoruz.

Savcılığın son derecede kuşkulu yöntemlerle yürüttüğü soruşturma sonucunda gerçekleşen keyfi tutukluluk halinin sonlandırılmasını bekliyoruz. Böyle bir soruşturma süreci demokratik bir Türkiye’ye yakışmamaktadır.

Doğan Akhanlı’nın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Köln, 20.08.2010

İrtibat için:
Albrecht Kieser, Rheinisches Journalistenbüro, Merowingerstrasse 5-7, 50677 Köln,
Tel. 0221/317091. Albrecht.Kieser@rjb-koeln.de

Dogan Akhanlı’nın çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için:

Kanat Kitap; Türkischer Verlag von Akhanli: http://www.kanatkitap.com/index.php.
http://de.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fan_Akhanl%C4%B1
http://kulturserver.de/-/kulturschaffende/detail/14518
http://www.buehnederkulturen.de/pages/de/inszenierungen/487.htm

insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı serbest bırakılsın
İstanbul'dan Türkiye'ye giriş yaparken havalimanında gözaltına alınan insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı bir tanıklık gerekçe gösterilerek Anayasal düzeni zorla değiştirmek suçlamasıyla tutuklanıp Tekirdağ cezaevine hapsedilmiştir.
Yazar Doğan Akhanlı 18 yıldır sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Yurttaşlıktan atıldı. Alman yurttaşı olmak zorunda kaldı.
Sürgündeki Türkiyeli yazarların en önemli temsilcilerinden. Almanya’daki yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadele eden kuruluşları ile çalışma yürüttü.
Köln’de eski Gestopo Emniyeti, şimdi Dokümantasyon Merkezi ve Müze olan EL-DE Haus adlı kuruluşta Türkçe rehberlik yaptı.
Ve ülkesine geldiğinde hava alanında tutuklanması ve Tekirdağ Cezaevine konulması sanki tarihin bir ironisi… Doğan Akhanlı 12 Eylül faşizmine karşı mücadele ettiği için işkence gördü ve hapsedildi. 12 Eylül rejiminin devamı ülkesinde özgür yurttaş olarak yaşamasına olanak bırakılmadığı için Almanya’ya gitti.
1998 yılında Kayıp Denizler üçlüsünün ilk kitabı Denizi Beklerken, Belge Yayınları tarafından yayınlandı. Belge yayınları, Kayıp Denizler üçlüsünün diğer kitapları olan Gelincik Tarlası ve Kıyamet Günü Yargıçları’nı 1999 yılında yayınladı. Kıyamet Günü Yargıçları, Avusturya’da ‘Die Richter des jüngsten Gerichts’ başlığıyla yayınlandı. Doğan Akhanlı’nın son romanı Madonna’nın Son Hayali, eleştirmen ve yazarlar tarafından 2005 yılının en iyi 10 kitabından biri olarak değerlendirildi.
Akhanlı ayrıca Arnim Wegner’in derlediği 1921 Talat Paşa Davasının tutanaklarını Türkçe’ye çevirdi.
Soykırım Karşıtları Derneğinin tarafından Doğan Akhanlı'nın gözaltına alınmasıyla ilgili açıklama aşağıda
Doğan Akhanlı Serbest bırakılsın!
Gerçek İnatçıdır,...

Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net
Değerli Dostlar,

Çoğumuzun yakından tanıdığı, tanınmış insan hakları savunucusu yazar Doğan Akhanlı, 18 yıldır ayrı kaldığı anne ve babasını, kardeşlerini, dost ve akrabalarını ziyaret etmek için gittiği Türkiye’de hava alanına iner inmez gözaltına alındı. Gerekli hukuki girişimlerin yapılmış olmasına rağmen henüz mahkemeye çıkarılmadı. Aldığımız bilgilere göre gözaltı gerekçesinin Doğan’ı tutuklamak için yeterli sebep olmadığı doğrultusunda. Ancak sonucun ne olacağı konusunda henüz kesin bir şey söylemekte mümkün değil.

Doğan Akhanlı gibi bir aydını, derli bir insan hakları savunucusunu yalnız bırakmamanın hepimizin görevi olduğu inancındayız. İlk etapta hukuki sürecin eksiksiz işletilmesi için maddi desteğe ihtiyaç bulunmaktadır. Üyelerimizi ve tüm dostlarımızı Doğan Akhanlı ile dayanışmaya davet ediyoruz.

Köln’de bulunan gazeteci yazar Albrecht Kieser Doğan’la maddi dayanışma için bir banka hesabı açmış bulunmaktadır. Bağışlarınızı aşağıda vermiş olduğumuz bu banka hesabına yollamanızı rica ediyoruz. Ayrıca Sayın Kieser’in yapmış olduğu çağrıyı da aynen (Almanca) aşağı aktarıyoruz.

Recherche International
(Stichwort: Dogan Akhanli)
Kontonummer: 238 120 43. BLZ 370 501 98.
Sparkasse Köln,

Dostluk ve dayanışmanız şimdiden teşekkür ediyor, saygı ve selamlarımızı iletiyoruz.

Soykırım Karşıtları Derneği (SKD) adına:

Ali Ertem, İ. Bülent Gül
--------------------------------------------------------------------------------------------------------



Liebe Freunde!
Es bleibt dabei: die Chancen für Dogans Freilassung schon Dienstag oder Mittwoch stehen 50:50. Am Montag hat sich das deutsche Konsulat bei der Istanbuler Staatsanwaltschaft gemeldet und sich über Dogans Situation erkundigt sowie Interesse an einer schnellen Klärung signalisiert. Das erhöht die Chancen vielleicht auf 60:40...

Dogan ist weiter guter Dinge, am Montag waren seine Anwälte länger bei ihm und haben den Schriftsatz mit ihm durchgearbeitet. Ein weiterer Anwalt ist von Selami mit ins Verfahren gebeten worden, er ist erfahrener Strafverteidiger. Übereinstimmung herrscht nach wie vor darüber, dass die Vorwürfe gegen Dogan aus der Welt geschafft werden müssen. Wenn nicht in diesem, dann auf dem nächsten Haftprüfungstermin oder wohlmöglich auch erst bei einem Prozess, den Dogan aber hoffentlich nicht in Haft abwarten muss.

Mittlerweile ist von den Anwälten so viel Arbeit geleistet worden, dass sie dafür auch honoriert werden müssen; erhebliche Ausgaben hat auch Selami tätigen müssen. 1.000 bis 1.500 Euro werden möglichst bald gebraucht - damit wäre die Kosten einschließlich des laufenden Widerspruchsverfahrens gedeckt.

Bitte spendet auf das Konto von Recherche International (Stichwort: Dogan Akhanli) bei der Sparkasse Köln, BLZ 370 501 98. Kontonummer: 238 120 43. Die Spenden sind steuerabzugsfähig, der Verein Recherche International, bei dem Dogan z.Zt. angestellt ist, ist gemeinnützig. Wenn jedeR aus dieser Emailliste 20 bis 30 Euro besteuert, dann haben wir den Betrag schnell zusammen. Wenn Ihr Spendenbescheinigungen haben wollt, müsst Ihr uns bitte Name und Adresse und Höhe Eurer Spende per Mail schicken.

Beste Grüße
Albrecht