24 Şubat 2011 Perşembe

Nişanyan Evleri’ni Nesin Vakfı’na bağışladı

Yazar ve dilbilimci Sevan Nişanyan, Şirince köyünün simgesi haline gelen Nişanyan Evlerinin kendisine ait olan paylarını bugün Selçuk tapu dairesinde düzenlenen bir törenle Nesin Vakfı’na bağışladı.

Basına bir açıklama yapan Nişanyan, “Bu evler insanlara güzelliği ve özgürlüğü hatırlatmak amacıyla yapıldı. Benim malım değildir. Köyün malıdır. Ülkenin malıdır. İnsanlığın malıdır. Kalıcı olmaları açısından Nesin Vakfı’nın daha uygun bir el olacağını düşündüm. Bağış fikri zaten uzun zamandan beri vardı. Son günlerde yaşadığımız acı olaylar, sürecin hızlanmasını sağladı,” dedi.

Nesin Vakfı adına bağışı kabul eden Prof. Dr. Ali Nesin, “Zenginliğimize zenginlik, güzelliğimize güzellik katıldı. Nesin Vakfı’nda yetişen çocukların bu güzelliğin seviyesine yükselmeleri ve bu güzelliği haketmeleri için elimizden geleni yapacağız. Her bağış gibi bu bağış da bize görev ve sorumluluk yüklüyor,” dedi.

Bağışın yıkım kararlarına etkisi olup olmayacağını soran bir gazeteciye Nişanyan şu cevabı verdi: “Öyle de yıkamazlar, böyle de yıkamazlar. Yıksalar o enkazın altında Devlet kalır. Bu hakikati kavrayamayanları gaflet uykusundan uyandırmak açısından bu attığımız adım belki öğretici olur.”

Bağışlanan mülkler Nişanyan Oteli, bir tarihi ev, bir hamam, bir arsa ile çok sayıda bağevi, bir konak, çiftlik ve Hodri Meydan Kulesini içeren İlyastepe köyünden oluşuyor. Nişanyan’ın kendi evi de bağışlanan mülkler arasında bulunuyor. Nişanyan Evleri otel tesislerini Nişanyan işletmeye devam edecek.

22 Şubat 2011 Salı

Savaş, Barış, Mal Mülk ve Nesin Vakfı’na dair

Mücadele güzel şey. Barış daha karmaşık. Hikâyesini anlatmak kolay değil. Üç günden beri bir türlü toparlayamadım.
Öncelikle kaymakam ve vali beylerle barışmamızı tavsiye ettiler. Cuma günü Ali Nesin’le kaymakamı, dün valiyi makamlarında ziyaret ettik. Herkes çok olgun davrandı. Gözle görülür bir rahatlama oldu. Hatta kaymakam beyle o kadar kaynaştık ki dün valilikte tekrar karşılaşınca eski bir dostu görmüş gibi sevindik.
Kuvvetle ihsas ettiler ki biz bir şeyleri yıkmadan çözüm zordur. Anlaşılan Hodri Meydan Kulesi fena kızdırmış; onun kavgası kolay bitmeyecek. “Hodri Meydan Kulesi 12 yıllık mücadelemizin simgesi ve zafer tacıdır,” dedim. “Ayrıca Şirince'nin en güzel yapısıdır. Dokunulması sözkonusu olamaz. Ancak onun doğurduğu duyarlıkları bir biçimde yumuşatmak veya telafi etmek mümkünse elimden geleni yaparım.” Kültür Bakanlığına mı hibe etsek? Adını mı değiştirsek? Bilmiyorum.
Endişe etmeyin. Şirince’yi savunmak için canla başla seferber olan insanlara karşı minnet borcum, yıkımı kerhen önledik şimdi taviz ver diyenlere olan borcumdan büyüktür. Onları hayal kırıklığına uğratmayacağım.
Mevzuat çerçevesinde olabilecek makul çözüm belli. Zaten ölü doğmuş olan imar planı düzeltilecek, köyde varolan tüm yapılar plana işlenecek. Hepsi ruhsatlandırılacak. İsterlerse onbeş günde olur biter. Hatta onlarca yıllık hapis cezasının bir kısmı da düşer. Bu kadar basit aslında.
Ama sonrası kolay değil. 27 yıldır köyü ölüme mahkûm eden bürokratik kafanın değişeceğine dair en ufak bir umudum yok. İmar yetkisinin tamamını olmasa bile bir bölümünü Köy Konseyine aktarın, siz de rahat edin biz de edelim dedik. Anında mevzuat duvarı örüldü önümüze. Henüz orada bir çıkış yolu görünmüyor.
Oysa şu kavgadan bir güzellik çıkarmanın tek yolu bu. Bürokratik tıkanma yerine, yerel inisiyatif öneriyoruz. Katılımcı ve demokratik bir yerel yapı kurulsa, bütün memleket için bir umut ışığı olmaz mı? Diyarbakır’dan Edirne’ye kadar hepimizin temel mücadelesi bu değil mi?
Başarabilirsek belki “Şirince yıkılmasın” yerine “Şirinceler çoğalsın” diyeceğiz yarın öbür gün.

BİRAZ DA ŞAHSİYAT
Bu vesileyle kendi kafamda bazı konuları netleştirme fırsatı buldum.
Bir kere anlaşıldı ki mal mülk bana iyi gelmiyor. Orta yaştan sonra kavuştum, daha da alışamadım. Bu yüzden köyde sahip olduğum her şeyi Nesin Vakfı’na bağışlamaya karar verdim. Bugün yarın tapu işlemi biter.
Daha bir müddet buradaki beyliğim devam eder elbette. Ama beni cezbeden şey otel işletmek değil ki. Ev yapmak, köy kurmak, kule dikmek, taş oymak, tapınak tasarlamak, öyle şeyler. Onları yapabilmek için de para, güç ve personel lazım, mecburen bir hengâmenin içine düşüyorsun. Ama onları yapamayacaksam, “Sevan Efendi seni affettik ama bundan böyle memur zümresinin sözünden dışarı çıkmayacaksın, uslanacaksın, onların istediği gibi yapacaksın” diyeceklerse parayla pulla işim ne? Oturur kitap yazarım, yahut piyano çalmayı öğrenirim. Nerede olsa olur. Selçuk cezaevinin nesi eksik?
Bir yandan çocuklarımın sağlığını da düşünüyorum. Servet kazanmak zevkli iş ama servetin kendisi güzel değil, insanın ruhunu tembelleştirir. Hele kendi alın terinle kazanmadığın servetin üzerine oturmak hiç iyi değil. Çocuklarım iyi bir eğitim görsünler yeter. Ondan sonra kendi beyliklerini mi kurarlar, berduş mu olurlar, kendi bilecekleri iş.

TEŞEKKÜR BORCU NASIL ÖDENİR?
Şu krizde insanların gösterdiği özveri, itiraf edeyim, beni şaşırttı. On dakika içinde işi gücü bırakıp, memleketin öbür ucundan yola çıkanlar oldu. Ak Parti gençlik kollarından arayıp, gerekirse partiden istifa edip orada seninle mücadele edeceğiz diyenler oldu. Abi sen hiç merak etme, benzin bidonu hazır, kendimizi yakarız diye desteklerini gösteren Mardinli dostlarımız oldu. Böyle şeylere ben alışık değilim, biraz ezildim.
Nereden, nasıl teşekkür etmeye başlayacağımı bilmiyorum. Çam sakızı çoban armağanı şimdilik ufak bir şey olsun, daha anlamlı adımlara da sıra gelir elbet diye düşündüm. Şuna karar verdim: Bu olayda bize destek olan, moral veren herkese Nişanyan Evleri bundan böyle yarı yarıya indirimli olacak.
Facebook grubuna üye olanlara, mail ve telefonla bize şevk verenlere, basında ve internette yazı yazanlara, Genç Sivillere, Mazlum-Der üyelerine, Ak Parti Gençlik kolları üyelerine, EDP, DSİP ve BDP üyelerine, Taraf okurlarına (ama yöneticilerine değil), Agos mensuplarına ve okurlarına, Özgür Üniversite mensuplarına ve şu anda aklıma gelmeyen tüm emsallerine bu otel ben yaşadığım müddetçe yüzde elli iskonto uygulayacak. “O günlerde ben senin yanında durmuştum” demeniz yeter. Anlarız.

Direnmek için bilfiil kalkıp gelenlerin yeri ayrı. Burası artık onların evidir. Ne zaman gelseler soframız da, kapımız da onların emrindedir.
Savan Nişanyan

21 Şubat 2011 Pazartesi

HUKUKSUZLUK SÜRÜYOR!


Kısa bir “Hapishane ziyareti” öyküsü

Yok canım, bu fotoğrafların benim yaptığım (daha doğrusu yapamadığım) ziyaretle bir ilgisi yok.
Ben, Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’ne gitmeye “akim teşebbüs”te bulundum, Hasdal Kışlası’na değil.
Geçen hafta Salı günü, emektar DGM’de (Şimdi Beşiktaş Ağılaştırılmış Ağırceza Mahkemesi) bir düşünce suçu davası izlemeye gitmiştim. Aynen Pınar Selek’in “Bombasız Bombalama davası” gibi bir şeydi. Çevirmen Suzan Zengin, İşçi-Köylü gazetesi Kartal Büro temsilcisi. 28 Ağustos 2009 tarihinde evi basılıp gözaltına alınan Zengin, 1,5 yıldır Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu. Yargılanma nedeni, Kartal'daki bir kahvehane baskını ve boş bir binada bulunan molotof kokteylleriyle ilgili. Suçi örgütü üyeliği ile suçlanıyor. Ama kendisine ne sorgularda, ne de mahkemede bu olaylarla ilgili hiçbir soru sorulmadığı gibi, sözü edilen kahve baskını(!?) hakkında ne kanıt var, ne tanık. Yani bu kahve baskını(!?) hikayesi fena halde Mısır Çarşısı bombalanmasını hatırlatıyor. Zengin aleyhine suçlamalar, dinlenen telefon konuşmalarına dayandırılmak isteniyor ama gazetenin kayıtlı telefonundan yapılan konuşmalar da her yerde yapılabilecek normal konuşmalar. Görülen o ki, asıl suçu “istenmeyen görüşlere” sahip olması.
Gidip kendisini ziyaret edeyim, yalnız olmadığını, ifade özgürlüğü ve demokrasiden yana olan kişi ve kurumların ona destek olduğunu söyleyeyim dedim. Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevinde kalıyormuş. Hah, bir taşla iki kuş. Bir başka düşünce suçlusu, Nevin Berktaş da orada. Hani şu hapisteyken yazdığı “Hücrem” adlı kitabı yüzünden bir ceza daha alan, ama bu yenisi dahil tüm cezalarını, hatta birkaç yıl fazlasını da yattığı halde Adalet Bakanlığının –Bakırköy’den dönmeyen- yanlış hesabı yüzünden 6 ay daha yatmakta olan Nevin Berktaş’ı da ziyaret ederim.
Hemen bu işin yolunu araştırdım, ilgili genelgeyi bulup okudum, anladım ve Bakırköy Adliyesindeki bana izin vermeye yetkili savcı Aydın Yılmaz’ın kapısını tıklattım.
Dilekçemi okudu ve gayet net bir dille bu izni veremeyeceğini bildirdi. Nedenini sordum, benim genelgedeki koşulları taşımadığımı söyledi.
 Biliyorum efendim. Ne yakın akrabasıyım, ne kayyum, ne de birşeyi. Zaten bu yüzden ziyaretim sizin izninize bağlı.
 Benim böyle bir yetkim yok.
 Genelgeye göre var efendim.
 Yok efendim. Ben kimseye Nevin Berktaş'la görüşme izni vermedim.
 (Alman milletvekili Andre Hunco özel izin almış ve Nevin’le görüşmüştü. O izin yukarıdan gelen direktifle verildiği için saymıyor.) Başkasına verdiniz, yetkiniz de var. (Vatan gazetesi yayın yönetmeni Tayfun Devecioğlu, onun izni ile Aylin Duruoğlu ile görüşmüş, yaptığı röportaj gazetede yayınlanmış.)
 Ne demek, ben yalan mı söylüyorum? Bana hakaret ediyorsunuz!
 (Eyvah, işi TCK’nın 215. maddesine sokacak. Kamu görevlisine, görevinden dolayı hakaret, 2 yıla kadar hapis) Hayır efendim, size hakaret etmiyorum, sadece o genelgeyi biliyorum, sizin yetkiniz var. Bana izin verip vermemek sizin takdirinize bırakılmış. Ben sadece bu izni “neden” vermediğinizi soruyorum.
 Uygun bulmadığım için vermiyorum.
 Peki, dilekçemeyazılı bir yanıt verin o zaman.
Lahavle çekti ama kendini tuttu. Dilekçenin altına el yazısıyla “Ziyaret yönetmeliğine göre şartlar oluşmadığından ziyaret izni verilmedi” notunu düştü, imzalayarak verdi.
Teşekkür edip çıktım.
Dev Bakırköy Adalet sarayının geniş koridorlarında yürürken düşündüm kendi kendime:
“Neden benim bu iki kadınla görüşmemden çekiniyor? Ben ne yapabilirim ki, görüşsem kime ne zararı olur bunun? Yoksa ben onlarla konuşup sonra bunları kamuoyuna duyursam Suzan Zengin’i yargılayan hakimleri etkilemekten TCK’nun 288. maddesi uyarınca üç yıla kadar hapisle yargılanabilirim, zarar görürüm diye beni korumak için mi böyle yaptı acaba?
Bu hakimler de amma alıngan ve kırılgan yahu. En büyük paşalar çok daha ağır bir suçtan yargılanan sanıkları hapisanede ziyaret edince etkilenmiyorlar da ben yapmak isteyince etkileniveriyorlar. Çok ayıpladım, çok. Peki ben izin alıp onları ziyaret etesem ve konuştuklarımızı yazsam mı basın için “Haber” değeri olurdu, izin verilmeyince mi olacak?
Ne olacak, sahi ne olacak bu işin sonu?
Bu iki kadın, göz göre göre haksız hukuksuz şekilde hapiste yatıyor.
Onlar orada yatarken ben gece huzur içinde nasıl yatıp uyuyayım?
Ya onları boş yere hapiste yatıranlar?
Pınar Selek’i göz göre göre, suçsuz olduğunu bile bile hapiste çürütmeye kalkan Yargıtay hakimleri gece nasıl rahat uyuyabiliyorlar, anlayamıyorum.
Şanar Yurdatapan
20.02.2011
TUTUKLU YAZAR NEVİN BERKTAŞ’A İLİŞKİN, DİYARBAKIR MİLLETVEKİLİ VE TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ÜYESİ SAYIN AKIN BİRDAL’IN BASIN TOPLANTISI METNİ




Değerli Basın Temsilcileri,

Günümüzde İfade ve Basın Özgürlüğünün yine Türkiye’nin gündeminde oluşu Nevin Berktaş’a ilişkin düzenlediğimiz bu toplantıyı önemli kılmaktadır.

Başbakan, “8 yıldır sesini kıstığımız tek bir yayın organı yok, yasalarımız da buna müsaade etmez” diyor. Türk Ceza Yasası, Düşünce ve İfade Özgürlüğünü Engelleyen Maddeler, Terörle Mücadele yasası nedir? 50 gazeteci içerde, 100 gazeteci ve yazar da sırada! Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün ülkelerin ‘Basın Özgürlüğü’ karnesine göre son 8 yılda Türkiye, 39 sıra gerileyerek 138 inci sıraya düşmüştür.

Değerli Basın temsilcileri;

Nevin Berktaş, 2000 yılında Yediveren Yayınevince basılan “İnancın Sınandığı Zor Mekanlar : Hücreler” adlı kitabı ile örgüt propagandası yaptığı gerekçesi ile Bakırköy Kadın Cezaevinde tutuklu bulunmaktadır.

Nevin Berktaş, 1980’den itibaren yaklaşık 22 yılını cezaevlerinde geçiren, ülkemizde en uzun süre hapis yatmış kadın, siyasi tutukludur. Cezaevlerinde kaldığı süre boyunca hukuk dışı yaptırımlara boyun eğmediği için, hücre cezası da dahil, birçok cezaya maruz kalmış ve infazı yakılarak yıllarca içeride tutulmuştur. Bu hukuk dışı uygulamalar yetmezmiş gibi, infaz hesabında yapılan hata nedeniyle 5 yıl 7 ay fazla cezaya çarptırıldığı ve 1991’de yürürlüğe giren kısmi aftan yararlandırılmadığı tespit edilmiş ve 2007 yılında cezasının dolmasına 6 ay kala tahliye edilmiştir. 3 Kasım 2010 tarihinde de içeride yazdığı kitap nedeniyle yeniden tutuklanmıştır.

Berktaş devletin F tipi cezaevlerine geçişe hazırlandığı bir dönemde, 12 Eylül cezaevlerindeki hücreleri ve o hücrelerde geçirdiği işkenceleri anlatan “İnancın Sınandığı Zor Mekanlar: Hücreler” adlı bir kitap yazdı. Kitap Nisan 2000 tarihinde Yediveren Yayınevince basıldı. Yayınlandığı günden 7 gün sonra toplatıldı, hakkında davalar açıldı, para ve hapis cezaları verildi. Yasa değişiklikleri ile bu davalar düştüğü halde, yeniden dava açıldı.

Geçtiğimiz yıl yayınevi sahibine para cezası, kitabın yazarı Nevin BERKTAŞ’a ise 10 ay hapis, 461 milyon para cezası verildi ve bu karar Yargıtay tarafından onaylandı. Avukatları bu cezanın, Nevin BERKTAŞ’ın daha önceden haksız yere yattığı 5 yıl 7 aydan düşülmesini istedi ancak mahkeme bu talebi reddetti. Berktaş, tutuklanarak Bakırköy Kadın Cezaevine götürüldü.

Ülkemizde; Terörle Mücadele Yasası (TMY) olmak üzere çeşitli yasal düzenlemelerle düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne yönelik saldırılar her geçen gün artıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında açılan davaların sayısı 1200’ü geçmiş durumdadır. Nevin Berktaş dahil halen cezaevlerinde 11’i yazı işleri müdürü 50’nin üzerinde gazeteci ve yazar tutuklu bulunmaktadır. Bektaş’ın tutuklanması, 12 Eylül Referandumunda “EVET” çıkması durumunda, Türkiye’nin demokratikleşeceğini, özgürleşeceğini söyleyen AKP iktidarının vaadlerinin, gerçek hayatta hiçbir karşılığının olmadığının çarpıcı bir örneğidir. Ayrıca darbecilerden hesap sorulacağı söylenmişti. 12 Eylülcülerin yargılanması bir yana, darbecilerden Kenan Evren’in adının verildiği caddelerden bile adı kaldırılamamaktadır.
Değerli basın temsilcileri;
İfade ve basın özgürlüğü evrenseldir. Bu özgürlük, insanlığın gözetiminde ve korumasındadır. Bedenin değil ama sözün hapsi, demokrasilerde görülür olmamalıdır çünkü uluslar arası denetimin altındadır.
Düşünce ve basın özgürlüğü; demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin olmazsa olmazıdır. İçerde gazetecisi, yazarı bulunan bir ülkenin bunlardan söz etmesi; ne inandırıcı ne de güven vericidir. Bu nedenle Nevin BERKTAŞ’ın serbest bırakılmasını istiyor, bu konuda yapılan çağrılara ve girişimlere duyarlı olunmasını bekliyoruz.21.2.2011


ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİNİN AÇIKLAMASI
NEVİN BERKTAŞ, SUZAN ZENGİN VE TÜM POLİTİK TUTUKLULARA ÖZGÜRLÜK!


“İnancın sınandığı zor mekanlar”ı, “hücreler”i yazdı Nevin Berktaş.
“Başımdan geçenler üzerinden, bu hücreleri anlatmak istedim. Ortaçağın izbe hücrelerinden hiç farkı olmayan, farelerin, Çukurova yılanlarının mesken tuttuğu, kibritin bile alev almadığı vıcık vıcık nemli duvarlarıyla küçücük bir hücrede nasıl yaşanır bilinsin istedim. Zorla İstiklal Marşı söyletmek, ‘komutanım’ dedirtmek, ön ilikletmek, tek tip elbise giydirmek, en basit insani ihtiyaçlarını bile yaptırmamak nasıl bir işkencedir bilinsin istedim”.. diyor Nevin Berktaş.
Baş eğdiremediği insanları hücrelerde çürütmek sistemin “hukuku”, insanın yattığı hücreyi yazması ise yeni bir “suç”!..
Başbakan’a, hükümet üyelerine ve yandaş medyanın kalemşörlerine bakarsanız; “Türkiye’de düşünce özgürlüğünün önünde hiçbir engel yok, demokrasi ileri düzeyde, darbecilerle de hesaplaşıyoruz”.. vb.
Arap dünyasındaki halk isyanları karşısında ise Türkiye’yi İslam dünyasının “örnek demokrasisi” diye tanımlıyorlar.
Şimdi bu “örnek demokrasi”nin karne notlarına birkaç satır başıyla hep birlikte bakalım :
- Ömrünün yaklaşık 22 yılını 12 Eylül zindanlarında geçiren, Türkiye’nin en uzun süre hapis yatan kadın siyasi mahkumu Nevin Berktaş, yattığı hücrelerin hikayesini yazdığı için 3 Kasım 2010 tarihinden beri tekrar hapishaneye tıkılıyor. Hem de devletten 5 yıl 7 ay hapis alacağı varken. Hem de aynı kitaptan daha önce verilen 3 yıl 6 ay 15 günlük ceza infaz edilmişken yasa değişince itiraz üzerine yeniden yargılanıp 10 aya hüküm giyerek ikinci kez infaz ediliyor. Bunun adı da “düşünce özgürlüğü, ileri demokrasi ve 12 Eylül Darbecileriyle hesaplaşmak” oluyor!..
- Gazeteci-çevirmen Suzan Zengin, tamamen gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanıyor, iddianamenin hazırlanıp ilk duruşmaya çıkarılması 1 yılı buluyor. İkinci duruşması 6 ay sonraya bırakılıyor ve 6 ay sonra bir 6 ay daha gün veriliyor. “Tutukluluk halinin devamına…” denerek!..
- Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Vedat Kurşun 166 yıl 6 ay hapisle cezalandırıldı, ardından gelen Bedri Anıl’a da 52 yıl isteniyor. Bunun adı da “basın özgürlüğü” oluyor herhalde.
- Evinde, işyerinde, üzerinde bir çakı bıçağı dahi bulunmayan 2000 Kürt siyasetçi “ silahlı terör örgütü” üyeliği iddiasıyla iki yılı aşkın süredir tutuklu ve yargılama sürecinde anadillerinden “bilinmeyen bir dil” diye söz ediliyor.
- “Türkiye’de soykırım vardır. Dün Ermenilere uygulanan soykırım bugün Kürtlere uygulanmaktadır” diyen araştırmacı yazar Temel Demirer, ceza tehdidi altında yargılanmaya devam ediyor hâlâ…
- Hrant Dink Ermeni halkının yaşadığı soykırımı anlattığı, devletin “tabu”larına dokunduğu için önce mahkeme salonlarında hedef haline getirildi, ardından bütün dünyaya adeta ilan edilerek taammüden işlenen bir devlet cinayetiyle katledildi. Aradan geçen 4 yılda cinayette rol oynayan devlet görevlilerinden hiç biri mahkeme önüne bile çıkarılmadı.
Bu ülkede “Ermeni” adı küfür, “Ermeni öldürmek” ise “kahramanlık” nasıl olsa!..
- Cumhurbaşkanı, Başbakan İran’da, Mısır’da, Tunus’ta sokağa çıkanları “demokrasi kahramanları” diye alkışlıyor ama kendi ülkesinde sokağa çıkan öğrencileri, işçileri, kamu emekçilerini, işsizleri, yoksul halk kesimlerini, Kürtleri “terörist” diye panzerlerle, coplarla, gaz bombalarıyla, plastik mermilerle dağıtmaya çalışıyor.
- Yasal Siyasal faaliyet gösteren SDP Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcıları, MYK üyeleri, TÖP yöneticileri ,Sosyalist Parti yöneticileri uyduruk gerekçelerle ‘’terör örgütü yöneticiliği’’ iddiasıyla aylardır tutuklu veya fiili sürgün hayatı yaşıyor.
- Kemal TÜRKLER’in ,Abdi İpekçi’nin,Cavit Orhan TÜTENGİL’in,Uğur MUMCU’nun, Musa ANTER’in ve daha nicelerinin katilleri elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor.
- 17 Bin faili meçhul (!) cinayet, yakılıp yıkılan 4 bin civarında köy yerinden yurdundan sürülen 4 milyon civarında insan,
Diz boyu yoksulluk…
Boğazına kadar yolsuzluk…
Sefalet…
Çürümüşlük…
Milyonlarca işsiz…
Milyonlarca güvencesiz çalışan…
Tersanelerde, sanayi sitelerinde dakika başı iş kazaları, günübirlik iş cinayetleri …
…Ve nihayet Kürt Coğrafyasında; dağlarda, ovalarda, derin vadilerde, kuytuluklarda, toplu mezarlardan, topraktan fışkıran cesetler, insan kemikleri…
Hangi ‘’adalet’’ten, hangi ‘’ileri demokrasi’’den, hangi ‘’insan hakları’’, ’’düşünce özgürlüğü’’, ’’basın özgürlüğü’’ vb. den söz ediyorsunuz.
Bu ülkede emekçiler ve ezilenler Kürtler,Ermeniler,Aleviler,Romanlar,Êzidîler, Süryaniler vb. için adalet yok, ‘’demokrasi’’ ; ’’örnek’’ veya ‘’ileri’’ değil düpedüz sahte. İnsan hakları, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü vb. ile ilgili sözler ise retorikten ibaret, tamamen palavra, kuyruklu yalan!..
Bir insan devletten ‘’hapis alacaklısı’’ olur mu?..
Nevin BERKTAŞ devletten 5 yıl 7 ay ‘’hapis alacaklısı’’!...
Devlet kendi ‘’hukuku’’ içinde bile Nevin BERKTAŞ’ı 5 yıl 7 ay fazladan hapiste yatırmış.
Üstüne üstlük ‘’yattığı hücreyi yazdığı için’’ 3 Kasım 2010’dan itibaren 10 ay daha yatırmak için hapse kapatıyor,üstelik aynı ‘’suç’’ tan dolayı ikinci kez!..
Adeta intikam alıyor!..
Adeta;’’sen misin bizim hücremizi beğenmeyen, kötüleyen’’ … dercesine!..
Nevin BERKTAŞ’ı yattığı hücreyi yazdığı için hapse tıkanlara, yaşadığımız örnekleri; ’’hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları, özgürlük’’ vb. diye yutturanlara sesleniyoruz:
Biz de yaşadığımız ülkeyi yukarıdaki gibi tarif ediyoruz.
Ya Nevin BERKTAŞ’ı bir an önce serbest bırakın, ya da bizi de tutuklayın!..
Hiç değilse ‘’ hukuksuzlukta eşitlik ’’ olsun!.. 21.02.2011

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ

15 Şubat 2011 Salı

ŞİRİNCEDEKİ DEVEKUŞU İNADINA DESTEK !

Destek için İmza Formu  İmza Listesi



Pınar Ömeroğlu
Fatime Akalın
Ahmet Önal
Attila Tuygan
Ragıp Zarakolu
Mehmet Özer
Mahmut Konuk
Hüseyin Gevher
Sait Çetinoğlu
Mustafa Sütlaş
Oktay Özel
Adnan Çenç
Ahmet Hulusi Kırım
Elif Taşkın
Mehmet Tursun
Uluslararası Baran Tursun Vakfı
Recep Maraşlı
sibel Özbudun
Temel Demirer
Uğur Kutay
Semra Somersan
Deniz Faruk
Beyza Çelenligil Kutay
Fabio L. Grassi
...
(devamı imza listesinde)


SSS


Yıkacakları evler sahiden kaçak mı?

Evet kaçak. O sayede güzeller. Bunların bürokratik çapsızlığına boyun eğsek, bildiğiniz Türkiye vasatından bir adım öteye gidebilir miydik?



Kaldı ki boyun eğsek de çıkış yolu yoktu. Adamlar köyü 1983’te sit ilan ediyor, sonra tam 27 sene – dile kolay, 27 sene – bir tane götü boklu imar planı yapamıyorlar. İmar planı yoksa hiçbir şey yapamazsın. Ancak tescilli tarihi eserse (köyde birkaç tane var onlardan) Anıtlar Kurulunun mıymıntı memurlarının isteği doğrultusunda eskisinin sahte kopyasını yapabilirsin. Tescilli değilse ne damını onarabilirsin, ne pencere takabilirsin, ne mutfak ekleyebilirsin, ne bahçenin duvarını değiştirebilirsin. Yasaxtır. Yakasına Atatürk rozeti takmış yamuk suratlı bir memure bayan gelir, tutanak tutar, evinin yıkım kararını verirler, on bin lira ceza yazarlar, mahkemesi beş yıl sürer, ikibuçuk yıl hapse mahkûm olursun.



“Kaçak” ne demek, düşünün bir dakika. Devletin izni olmadan yapılmış demek, hepsi o. Kitap yazarken Devletin iznini alıyor musun? Çocuk yaparken izin alıyor musun? Kendi arsanda köy evi yaparken niye izin alacaksın ki? Kitap yazmak mı toplum için daha büyük potansiyel risk, ev yapmak mı? Çocuk yapmak mı daha tehlikeli ev yapmak mı? Eee o zaman? Nereden alıyor bu adamlar bu yetkiyi?



Ermeniliğin bununla alakası var mı?

Olmaz olur mu?



Adam bir köyü ihya ediyor. Bütün bir “butik otel” sektörünün, alternatif turizm sektörünün öncüsü olan bir yer yapıyor. Bütün dünyanın hayran olduğu mekânlar yaratıyor. Fakir bir köyde sıfırdan başlayarak 25-30 milyonluk bir gelir kaynağı yaratıyor. Üstelik bunu bir kuruş kredi veya teşvik almadan yapıyor. Yirmi vilayette binlerce kişiye konferanslar verip bu işin püf noktalarını anlatıyor. Zanneder misiniz ki onbeş yılda BİR TANE devlet görevlisi gelip teşekkür etsin, omuzuna vurup helal olsun sana desin, ödüllendirsin? Kaç tane iktidar değişti, kaç vali kaymakam değişti. Yanlışlıkla yahu, BİR TANESİNİN bile aklına gelmez mi?



Var mıdır bunun ırkçılıktan, topyekün namussuzluktan başka açıklaması?



Bir tanesinin aklına gelseydi acaba o aşağıdaki kıytırık memurlar cüret eder miydi, “ama efendim mevzuat yönetmelik” diye ötmeye?



Birinci günden sonuncu güne kadar sadece düşman muamelesi ettiler. Elli kişinin aynı anda inşaat-tadilat yaptığı köyde gelip sadece bana tutanak üstüne tutanak tuttular. Sonra rezalet ayyuka çıkınca gidip herkese tutanak tutmaya başladılar. “Benim yüzümden” gariban Türk köylüsüne de eziyet etmek zorunda kaldıkları için bana daha beter diş bilediler.



Bir yer geldi (galiba 2001’de hapse girmem benim için dönüm noktasıydı) hodri meydan dedim. Açıkça meydan okudum. Tutanaklarını yırtıp suratlarına attım. Bir daha bunlardan inşaat izni almayacağımı ilan ettim. “Koruma Kurulu üyelerine yasaktır” diye otelin kapısına tabela astım. Yasaktan korkup işi durduran elemanlarımı işten kovdum.



Osmanlı isyanla baş etmeyi iyi bilir. Küçükse başını ezersin, büyükse paşalık verirsin. Ama Ermeni olursa paşalık da veremezsin. İşte işin çıkmaz noktası budur. O yüzden Ermeninin isyan etmemesi gerekir. Çünkü ederse çözümü yoktur. Başını ezmen gerekir.



Edeceklerdir hiç kuşkunuz olmasın. Başka çözüm bilmezler.

Sevan Nişanyan'dan Günün Özeti
(17 Şubat 2011)


Dün sabah Selçuk kaymakamlık binasında İl Jandarma Alay Komutanı, Çevik Kuvvet Müdürü, Emniyet Müdürü toplanmışlar. İzmir’den askeri birlik sevkine karar vermişler. Bir iş için Selçuk’a indim. Anında etrafımda yedi-sekiz tane sivil polis beliriverdi. “Nişanyan Selçuk’ta dolaşıyormuş” diye herkese sormuşlar. Ya da uyarmışlar, tam anlamadım.



Köydeki jandarma karakolu takviye edildi. Her zaman konuşup şakalaştığımız askerlerde bir tedirginlik. “Yarın beni vurmak zorunda kalacaksınız” dedim. “Allah göstermesin” dediler, ama gözlerini de kaçırdılar.



Öğleden sonra destek için gelen arkadaşlar yağmaya başladı. Otelin etrafı anababa günü oldu. Duyuldu ki polis tedbir almış, otobüsle gelenleri Şirince’ye sokmayacakmış.



İstanbul ve İzmir’den Genç Siviller, Nesin Vakfı, EDP, Mazlum-Der ve daha başkaları otobüsle yola çıkacaklarını haber verdi. BDP’den aradılar, yarın topluca Şirince’de olacaklarmış.



Arada telefonum hiç durmuyor. Galiba Türkiye’de aklı ve vicdanı olan HERKES bu felaketi önlemek için seferber olmuş. Tanıdığım ve tanımadığım insanlar İzmir Valisini, Kültür Bakanını, İçişleri Bakanını, iktidar partisi ileri gelenlerini ablukaya almış.



Günün esprisi: Cumhuriyet gazetesinden çömez bir muhabir göndermişler. Otelin etrafında biriken arkadaşlara sormuş, “yıkımı protesto etmek için mi desteklemek için mi buradasınız” diye.



Arada TIR’lar ve iş makinaları geldi. Şirince yolunu üç noktada kesmek için tertibat aldık. Bizim ustalardan Halis’i istihkâm işleriyle görevlendirdim. Köşke erzak ve mühimmat yığıldı. Zincirler geldi. Rahmetli Salvador Allende gibi bir kask bulsam mı diye düşündüm ama gerek olmadığına karar verdim.



Saat dört sularında askeri müfreze eşliğinde TEDAŞ ekibi geldi. Özür dileyerek elektriğimizi kestiler. Yıkım yapılacak binaları boşaltmamızı tebliğ ettiler.



İnternetimiz de gittiğinden Aynur’la Kenan uyduruk bir cep telefonu bağlantısıyla facebook’a haber yetiştirmeye çalışıyorlar.



Saat beşe doğru TEDAŞ’çılar yüzlerinde gülücüklerle geri döndü. Şimdilik durdurulmuş. Elektriği gene bağlayacaklarmış.



Herkes bayram etti. Birer bira içelim bari dedik. Bir bardak biranın bu kadar çarptığını hiç hatırlamıyorum. İki saat kendime gelemedim.



Kalkan’dan sevgili Alper Görmüş, Ayvalık’tan Serdar Ateşer, Ankara’dan sevgili Sait Çetinoğlu ve eşi, İzmir’den Taraf Gazetesinin avukatı Yelda Bilal ve başkaları arabaya atladıkları gibi gelmişler. Akşam köylülerle beraber köy meydanında büyük bir toplantı yaptık. Daha sonra İzmir Mazlum-Der’in ekibi geldi. Geç saate kadar sohbetler ettik.



*

Bize söylendiği kadarıyla Kültür Bakanı Ertuğrul Günay İzmir Valisine bir yazı yazıp, Şirince’de imar planı değişikliği yapılıncaya kadar her türlü işlemin durdurulmasını talep etmiş. Vali Bey ayak diretince İçişleri Bakanı Beşir Atalay devreye girerek yıkımın ertelenmesini istemiş.



Yapılan şey durdurma değil, erteleme. Yasal olarak galiba 15 gün gibi bir süresi var. İnşallah yanılıyorumdur, ama Mart’ın 4’ü 5’i gibi bir tarihte gene aynı şeyleri yaşayacağız gibi bir his var içimde.



Döne dolaşa gelip aynı şeyleri söylüyorlar: Ama bu evler KAÇAKmış, ay ay, olur mu öyle şey? Biz de diyoruz ki sen kafana estiği için 27 sene boyunca koca bir köyde çivi çakmayı yasaklarsan tabii kaçak olacak. Sana RAĞMEN yapabildiğimiz için mutluyuz, gururluyuz, kendimizi tebrik ediyoruz. “Kaçak” ne demek? Devletin mühürlü kâğıdı olmadan yapılmış demek. Kitap yazdığımızda da senden izinsiz yazıyoruz, yemek yediğimizde de senden izinsiz yiyoruz. Bari onları da “kaçak” ilan et!



Bu iki zihniyetin bağdaşmasına imkân yoktur. 27 senedir anlatıyoruz, anlamadılar. Bundan sonra da anlayacaklarına dair en ufak bir belirti görmüyorum. Pek umutlu değilim. Dilerim yanılmış olayım.



*

Memlekette aklı ve vicdanı olan herkes, ama herkes, dünden beri Ali Nesin’le beni sevgi seline boğdu. Bu sularda yüzmeye ben pek alışık değilim, o yüzden hatalarım olduysa affoluna.



Birkaç isim sayayım. Çok eksik var eminim, ama bunlar günün gerçekten parlayan yıldızlarıydı.



TBMM’de Ufuk Uras olağanüstü bir çaba gösterdi. İçişleri Bakanını galiba o ikna etti. Bugün de Başbakanla konuşacakmış.



Baskın Oran kırk kollu Hızır gibi yetişti. Bizi bir an için yalnız bırakmadı. Uluslar arası basını seferber etti.



Bir zamanlar dini kavramlar yüzünden kavga ettiğim Hilal Kaplan bütün yüreğini ortaya koydu, Ak Parti ileri gelenlerini seferber etti. Özlem Abacı internette müthiş bir imza kampanyası örgütledi.



Sabancı Üniversitesi’nden sevgili Kemal İnan ile İzmir milletvekilimiz Erdal Kalkan Kültür Bakanını akıl yoluna davet ettiler. EDP İzmir İl Başkanı Arif Cangı, benim “sol” hakkındaki duygularımı bile bile, İzmir’in sol kesimlerini seferber etti. Genç Siviller bir otobüs dolusu insanı İstanbul’dan yola çıkardılar.



Mazlum-Der ilk andan itibaren son derece net bir tavır sergiledi. Olayın mahiyetini A’dan Z’ye doğru tahlil etti; yürekten desteğini verdi; gecenin ortasında kalkıp Şirince’ye bizi yüreklendirmeye geldiler.



Daha pek çokları var. Kusura bakmayın, hepsini anmaya yetişemeyeceğim.



Minnet borcumu nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama bir şey kafamda netleşmeye başladı. Bunca zamandır “otel işletmecisi” kimliğimle yazar ve fikir adamcığı kimliğimi birbirinden çok uzak tutmuşum galiba. O konuda bir şeyler yapmam lazım.



İlk yıllarda bu otelde biz “müşteri” değil “misafir” ağırlardık. Öylesi daha güzeldi gerçekten diye hatırlama fırsatını buldum bu vesileyle.


9 Mart’tan önce Şirince’ye gelin. Varlığınızla bize güç verin. Bu zor ve güzel günlerde yanımızda olun.



BANALLİĞİN ZAFERİ

Son anda beklenmedik bir gelişme olmazsa Nişanyan Evleri önümüzdeki on-onbeş gün içinde yıkılacak. Selçuk Kaymakamlığı 18 Ocakta yıkım işini ihale etmiş. İşi alan müteahhidi gidip bulduk. Eski bir gardiyanmış; konuşulabilecek biri izlenimini vermedi.

İlk partide ana binamız olan Köşk’ü, ilk göz ağrımız Kerevetli Ev’i, bir de Nesin Vakfı’nın malı olan Hamamlı Ev’i yıkacaklarmış. İl Özel İdaresi ihale şartnamesine bilhassa not düşmüş, bunlar tamamen yıkılacak, yarım iş yapılmayacak, molozu da kaldırılacak diye. Yanısıra köyde başkalarına ait birkaç çardak, müştemilat vs. yıkılacakmış. Bunlar ilk raunt. Daha sırada İlyastepe’deki bağevleri, mermer havuz, kule, kümesler, personel evi ve kendi evim var. Yaza kalmaz onlara da sıra gelir.

“Yok canım daha neler” diyor insan tabii. Biz de hep öyle dedik. Bu kadar manasız vahşet olmaz, bunlar BİLE bu kadar mantıksız iş yapamaz diye kendimizi inandırdık. Ortada başkasının hakkına tecavüz yok. Bu evler bana zarar verdi diyen kimse yok. Yıkacakları apartman filan değil; yüzlerce yıllık usullerle yapılmış mütevazı, sevimli köy evleri. Bugüne dek yerli yabancı binlerce kişiye mutluluk vermişler. Sit alanını bozdu deseniz, zaten Şirince’nin tarihi dokusu denen şey bunun gibi birkaç evden ibaret; “tarihi Şirince” diye zaten gelip bizim evlerin fotoğrafını çekiyorlar. İmar planına aykırı deseniz, imar planı her tarafından dökülen bir fiyasko; bugün yarın iptal edileceği kesin.

Görebildiğim kadarıyla işin içinde bir ekonomik çıkar, bir rant beklentisi de yok.

Peki ne var? Söyleyeyim ne olduğunu: Bu evler Devletten izin alınmadan yapıldı! Suç budur. Yıllar önce ilk evleri yaparken izin istedim, yalvardım, kapılarında bekledim, pis pis hakaretlerini sineye çektim, dünyanın parasını ve zamanını harcadım. Sonra yetti gayrı deyip yoluma gittim. Bir daha da kapılarını çalmadım.

Makamı dışında bir var oluş nedeni olmayan kapı kulları için bundan daha büyük suç yoktur. Mevcudiyet­lerinin yegâne temeli olan “mevzuatın” namusunu korumak için gözlerini kırpmadan cinayet işlerler. İşliyorlar.



BİR RÜYANIN SONU

Yıkarlarsa oniki yıllık bir rüyanın sonu gelmiş olacak. Bu devirde, bu memlekette, modern şehir hayatının dışında DA uygar, güzel ve üretken bir yaşam kurulabilir mi? Kurmaya çalıştım. Kurulabileceğini insanlara göstermeye çalıştım. Görüldü ki kolay değilmiş.

Haset, ırkçılık, cehalet ve zorbalık, cehennemin dört atlısı gibi insanın üstüne çullanırmış.

“Yıksınlar daha güzelini yaparsın” diyenler oluyor, moral vermek için. Yok, kazın ayağı öyle değil. 12 yılda kazandığım her kuruşu bu evlere yatırdım. Birikmiş param yok, altından kalkamam. Şevkim de kalmadı. Yaşım da artık müsait değil.

Olsa da zaten mesele o değil. İşin özü, böyle bir hezimetin utancını kaldıramam. “Bu memlekette sana Hodri Meydan Kulesi diktirmezler” deyip beni akıl yoluna çağıran insanlara hep kulak tıkadım; onların yüzüne bir daha bakamam. Devlet yönetmekle alçaklığın eş anlamlı sayıldığı bir ülkeye yatırım yapılmaz, çocuklarının rızkını burada çarçur etme diye yirmi seneden beri başımın etini yiyenlere karşı boynum bükük kalırım. Daha geçen ay Paris’te “Türkiye’de güzel şeyler oluyor, iyimser olmak lazım” diye nutuk attığımda hayretle yüzüme bakanların gülmesine tahammül edemem.

Böyle bir şeyin ardından nasıl ve hangi hakla yaşamaya devam ederim, bilmiyorum.

Üzgün müyüm, depresyonlara mı düştüm? Hiç değil. Uzun zamandır kendimi bu kadar zinde ve neşeli hissetmemiştim desem belki şaşarsınız ama durum bu. Doğru olanı yaptım. Bir daha baştan başlasam gene aynısını değil, fazlasını yapardım. Sonuna kadar mücadele edeceğim. Kaybedersem de gereğini yapacağım. O kadar. Netlik güzel şey. İnsana şevk geliyor.

“Güvercin tedirginliği” filan beklemeyin benden. Bendeki, olsa olsa, devekuşu inadı.



ŞİRİNCE’YE DAVET

Desteğinize ihtiyacım var. Hem de çok.

Ama ona buna mail atmakla, protesto yazıları yazmakla, bakanlara telefon etmekle bir yere varılacağını sanmıyorum. Onu geçin. Daha etkili bir şey yapalım. Buyurun Şirince’ye gelin. Varlığınızla bize güç verin. Bu zor ve güzel günlerde yanımızda olun.

Bugünden 9 Mart’a kadar Nişanyan Evleri’nin ve Nesin Matematik Köyü’nün kapılarını herkese açıyoruz. Buyurun misafirimiz olun. Yüz kişiye kadar yerimiz var, yetmezse elbet bir çare buluruz. Müzik ya da tiyatroyla uğraşan eşiniz dostunuz varsa onları da çağırın, bir şeyler organize edip eğleniriz. Hep beraber bu alçaklara meydan okuruz.

Kimbilir, belki Şirince’de el birliğiyle bir ufak Tahrir Meydanı da inşa ederiz.

Tanıdığınız HERKESİ davet edin lütfen. Bu mektubu tanıdıklarınıza iletebilirsiniz; dilediğiniz yerde yayımlayabilirsiniz.

Burada badem ağaçları çiçek açtı bile. Gelin, baharı beraber karşılayalım.



Sevan Nişanyan



NOT 1: Neden 9 Mart? Yıkım şartnamesine göre 9 Mart’a kadar evleri yıkmaları gerekiyormuş. O günden önce gelecekler tahminen. Son duyuma göre 21-22 Şubat’ta gelebilirlermiş.

NOT 2: Facebook’ta “Şirince Yıkılmasın” başlıklı bir grup sayfası açtım. Günlük gelişmeleri oradan izleyebilirsiniz. http://www.facebook.com/group.php?gid=119562836232
NOT 3: Gelmeden (232) 898 3208’i arayabilirsiniz. Aramadan da gelebilirsiniz.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Tutuklu Gazeteci Suzan Zenginden Mektup Var

Gazeteci Suzan Zengin Tutukluluğu İki Yıla Çıkacak

İstanbul 10. Ağır ceza Mahkemesi, gazeteci-çevirmen Suzan Zengin'i tahliye etmeyi reddetti. Zengin 14 Haziran'da görülecek duruşmaya kadar tutuklu kalacak.

“Merhaba;

Bir buçuk yıldır Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunmaktayım. Aynı zamanda şu sıralar hapishanelerde tutulan onlarca tutuklu gazetecilerden de biriyim.

İlk duruşmaya tutuklanmamdan tam bir yıl sonra çıkarıldım ve mahkeme hiç bir somut delil yokken tutuklulğumun devamına karar verdi. Ve ikinci duruşma tam 6 ay sonrasına, 15 Şubat 2011’e ertelenmişti. 15 Şubat’ taki duruşmada tahliye olamazsam bir sonraki duruşma yine 6 ay sonrasına ertelenecek ve haksız tutukluluğum devam edecek. Bu mektubu yaşadığım hak ihlallerini dile getirmek için yazıyorum.

Tutuklu bulunduğum süre içerisinde, zaman zaman kamuoyunu durumumla/ sürecimle ilgili bilgilendirmiştim. Burada yine de davaya ilişkin kısa bir hatırlatma- tekrar yapmak istiyorum.

Alakam olmadığı açıkça görülen, zaten ne dosyada ne de iddianame de hiç bir alaka kurul(a)mayan bir dosyada, “yasa dışı örgüt üyeliği” suçlaması ile yargılanıyorum. Bu suçlamaya “kanıt” yapılmaya çalışılan tek şey ise, çalıştığım gazeteye ait olduğu açık bir şekilde görülen ve de hiç bir yasadışılık içermeyen materyaller !

Bu, hiç bir dayanağı olmayan keyfi- hukuksuz tutukluluk sürecinin devam edip etmeyeceğini ise 15 Şubat’taki duruşma gösterecek.

İçinden geçilen süreç malum, en küçük bir toplumsal muhalefete dahi tahammül edilemeyen bir süreç. Muhalif basın üzerinde her daim hiç eksik olmayan baskılar-engellemeler bu süreçte daha da artmıştır.

Muhalif basına verilen kapatma cezaları, toplatma- baskın, çalışanlarının tutuklanması gibi uygulamalardaki artış, onlarca muhalif gazetecinin hapiste olması da bunu göstermektedir.

Hapishanelerdeki gazetecilerin büyük çoğunluğunun, benim örneğimde görüldüğü gibi, “yasa dışı faaliyet- örgüt üyeliği” vb. komplocu yöntemler sonucu oluşturulan dosyalarda yargılanıyor olmaları da ayrı bir durumdur. Bunu yaparken güdülen amaçlardan biri de, gerçekte muhalif gazeteci olduğu için, muhalif düşüncelerinden dolayı tutuklanan- yargılanan kişileri, bu tarz komplolarla “terör suçlusu” kapsamına sokarak, toplumun- halkın gözünden düşürme ve itibarsızlaştırma çabalarının yanı sıra, özellikle de muhalif düşüncelerinden dolayı yargılanan gazeteci sayısını da ( AB uyum yasaları vb. nedenlerle) az göstermektir. Bir kaç ay önce bir hükümet yetkilisi ne demişti: “Bunlar gazeteci kılığında teröristler!”

Bu açıklama bile tek başına, önceki satırlarda amaca dair getirdiğim yorumumu doğrular tarzdadır.

31.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren uzun tutukluluk ile ilgili yasaya istinaden avukatım başvuruda bulundu. Ancak reddedildi. Hiç bir delil olmadan daha ne kadar tutuklu kalacağım belli değil. Bilindiği gibi yasanın siyasi nedenlerle hapiste tutulanlara dönük yorumu biraz “sorunlu”! Yani uzun tutuklu sayılmak için bayağı uzun süreler gerekiyor!

Bunun içindir ki, kendi özgülümde yaşadığım, hiç bir somut delile dayanmadan 1,5 yıl hapiste olmamın tutukluluk için yeterince uzun süre sayılıp sayılmayacağı da 15 Şubat’ta anlaşılacaktır.

Suzan Zengin

Tutuklu Gazeteci- Çevirmen

Bakırköy Kadın Kapalı Hapishane B/4”

1 Aralık 2010 Çarşamba

NEVİN BERKTAŞ'A ÖZGÜRLÜK!

Nevin Berktaş Serbest Bırakılsın!

Nevin Berktaş, 1980’den itibaren yaklaşık 22 yılını cezaevlerinde geçiren, ülkemizde en uzun süre hapis yatmış kadın siyasi tutukludur. Cezaevlerinde kaldığı süre boyunca faşist yaptırımlara boyun eğmediği için, hücre cezası da dahil, birçok cezaya maruz kalmış ve infazı yakılarak yıllarca içeride tutulmuştur. Bu hukuk dışı uygulamalar yetmezmiş gibi, 5 yıl 8 ay gibi uzun bir süre de fazladan yatırılmıştır. 2007 yılında tahliye olduktan üç yıl sonra, 3 Kasım 2010 tarihinde, bu kez içeride yazdığı bir kitaptan dolayı yeniden tutuklanmıştır.
Berktaş, devletin “F Tipi cezaevleri”ne geçişe hazırlandığı bir dönemde, 12 Eylül cezaevlerindeki hücreleri ve o hücrelerde geçirdiği işkenceleri anlatan “İnancın sınandığı zor mekanlar: HÜCRELER” adlı bir kitap yazdı. Kitap, Nisan 2000 tarihinde Yediveren Yayınları tarafından yayınlandı. Yayınlandığı günden 7 gün sonra toplatıldı, hakkında davalar açıldı, para ve hapis cezaları verildi. Yasa değişiklikleri ile bu cezalar düştüğü halde, yeniden dava açıldı.
Geçtiğimiz yıl yayınevi sahibine para cezası; kitabın yazarı olarak Nevin Berktaş’a ise, 10 ay hapis, 461 milyon para cezası verildi ve bu karar Yargıtay tarafından da onaylandı. Avukatları, Nevin Berktaş’ın daha önceden haksız yere yattığı yılları göstererek, bu cezaya mahsup etmelerini talep ettiler. Buna rağmen Nevin Berktaş tutuklanarak Bakırköy Kadın Hapishanesine götürüldü. Bir kez daha kendi yasalarını çiğnediler, hukuk-dışı bir uygulamayı yaşama geçirdiler.
Bütün bunlar, sözde 12 Eylül anayasasının değiştiği bir dönemde gerçekleşti. Güya 12 Eylülcüler artık yargılanacaktı! Oysa yargılanan yine 12 Eylül’ü anlatan kitaplar ve ona karşı direnen devrimci ve komünistlerdi. Nevin Berktaş’ın son tutuklanışı, 12 Eylül zihniyetinin aynı şekilde devam ettiğinin bir göstergesi oldu.
Biz aşağıda imzası olanlar, kitaba ve yazarlarına cezalar yağdıran bu zihniyeti kınıyor, Nevin Berktaş’ın serbest bırakılmasını istiyoruz.

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ


İsmail Beşikçi,
Sibel Özbudun, Temel Demirer, Sait Çetinoğlu, Mahmut Konuk, Fatime Akalın, Attila Tuygan, Ragıp Zarakolu, Yücel Demirer, Mustafa Kahya Sosyalist Parti Gen. Baş. Yr., Mehmet Özer, Hüseyin Gevher, Kadir Cangızbay, Recep Maraşlı, Asuman Özbey, Halim Gürbüz, Metin Uzunöz, Mihrac Ural, Hulusi Zeybel, Cemil Gündoğan, İlden Dirini, Erdal Tan, Adil Okay, Mehmet Tursun, Uluslararası Baran Tursun Vakfı, Jan Beth-Sawoce, Ayhan Çınar, Hüseyin Habip Taşkın, Deniz Faruk Zeren, Özer Urun, , 
Sarkis HATSPANIAN "Vardaşen" mahpusanesi, Dilek Eser Urun, Dicle Anter,Şükrü Erbaş, Tayfun İşçi, Hüseyin Aykol, Necati Abay, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu, Mesut Saganda, Şefik Teker, A.Aydın Doğan, Ayşe Aykul, Süleyman Kaplan, Zehra Yeren, Mehmet Ufuk Peker, Tacim Çiçek, İbrahim Okçuoğlu, Yaşar Çelik, Suna Aras, Ramazan Gezgin, 78'liler Girişimi, Timur Taşdemir, Kemal Şenol, Varol Kazan, Erhan Bilgin, Ali Özkan, Murat Kuseyri,

...
(Devamı imza listesinde)

Nevin Berktaş ile ilgili haber sitesi:
http://freedom-for-nevin-berktas.org



Destek için İmza Formu  İmza Listesi

28 Kasım 2010 Pazar

Akhanlı Babaya Ağıt

AKHANLI BABA'NIN ANISINA AĞIDIMDIR


"Acı haber tez ulaşır" derler... doğruymuş ! Bugün, Şavşat'tan Almanya'ya, oradan Ermenistan'daki mahpusanemin yüksek nöbetçi kulelerinde otomatik silahlarıyla dikili turlayan onlarca gözlemci-gardiyanların arasından süzülerek, elektrikli tel örgülü kalınca duvarlarını bile olağandışı bir ivedilikle aşarak hücreme ulaşan acı haber nedeniyle duyduğum üzüntüden deliye dönüp, elimde olmadan attığım gayri insani çığlığa koşup gelen mahkûm arkadaşlar, derin bir sarsıntının şahitleri oldular. Helal süt emmiş, hayırlı bir evlat olduğu için, 87 yaşındaki ağır hasta babasını son kez görüp helalleşebilmek amacıyla yaşadığı Almanya'dan Şavşat'a gitmekteyken tutuklanarak, uzun aylardan beri Tekirdağ F tipi cezaevinde politik bir rehine olarak tutulan Doğan Akhanlı kardeşimin sevgili babasını bugün, 27.kasım.2010 sabahı kaybetmiş olduğumuzu öğrenmiş bulunuyorum.
Değerli evladına henüz ulaştırılmamış olan bu acı vefat haberinin bende yarattığı etkiyi herhalde en iyi "Vardaşen" mahpusanesinin mahkûmları sezinlemiş olacaklar ki, bir anda havalandırma avlusuna doluşan yüzlerce insan, gözyaşlarımı onlardan beceriksizce saklamaya çalışma çabalarıma aldırmaksızın, "değerli bir yakınını kaybettiğini duyduk, acını paylaşmak istiyoruz" diyerek beni birer-birer ve yürekten kucaklayarak metanet dileklerini ilettiler. Dar yerde bulunarak dar günlerin, alınyazılarıyla da mağdurluğa ortak olan mahpusane insanlarına mahsus sevinç ve acıda bir ve beraber olma duygusunu kelimelerle anlatabilmek gerçekten olası değil, onu sadece bizzat yaşamış olanlar bilir bilmesine de, Doğan Akhanlı'nın Ermeni halkının acısını samimi olarak hissederek, duygu ve düşüncelerini dürüst bir aydın olarak yazıp-yayınladığı birçok eserle geniş kitlelere ulaştırma "suçunu" işlemiş yürekli bir insan olduğu için cezaevine atıldığını, bundan aylar önce benden duyup da öğrenmiş olan adli suç mahkûmlarının, bugün onun babasını yitirmiş olduğunu öğrenmeleri sonrasında pek spontan gelişen, şaşırtıcı güzellikteki tavır ve davranışları bilinip-hatırlanması yazılmaya değer!
Mahpusanenin güzel sesli mahkûmları sayılan bazı arkadaşlar bugün AKHANLI BABA'nın anısına yüreklere işleyen ağıtlar, bazıları yanık uzun havalar söylediler, kimi inançlılar merhumun ruhu için dualar okudular, kimileri ateş yakıp, buhur tüttürdüler. Cenaze töreniyle merhumun toprağa verildiği ana kadar, Ermeni geleneklerinin bir gereği olarak Vardaşen'in tüm koğuş köşelerinde yakılı bulundurulan mumların hiç söndürülmeden hep yanabilmelerini sağlamak amacıyla, bu işin gönüllü tüm katılımcıları arasında görev tasnifi yapıldı ve onlar, bütün gün ve gece boyunca sırasıyla nöbet değiştirecekler. Bu paylaşım bence, en zor koşullar altında bulunan bir avuç Ermeni insanının bile, gerçek aydın Doğan AKHANLI'ya duyduğu saygıyı ifade etme çabalarındaki samimiyeti göstermekte olup, aslında o meyveyi vermiş olan ağaca, yani BABA AKHANLI'ya duyulan saygının en içten bir şekilde ifade edilmesidir.
10 ay önce ben de babamı yitirmiş, ama cenazesine katılmama cezaevi müdürlüğünce izin verilmemişti, Doğan'la kaderde de acıya ortak olmak yazgımızmış demek ki!Öyle ki, onun ruh halini kimse benim kadar derinden hissedemez, biliyorum. Acısı acımdır, yası yasım!... Biz acılarını yüreklerine gömmeye alışık insan çeşidine ait olduğunun bilincine ulaşanlardanız zaten de, buna rağmen tek dileğim kayıplarımızın acısını layıkıyla yaşayabilmek ve sevdiklerimizin yasını tutabilmek için bile özgür olabilmeye yeğlenen başka değerler olmadığına inancımı yinelerken, Doğan'ın gün evvel serbest bırakılmasını düşlüyor, istiyorum. BABA AKHANLI'nın ruhu şad, toprağı bol olsun, başta AKHANLI ailesi olmak üzere, tüm yakın ve dostlarının acısını paylaşıyor, yas tutanlara sabır, güç ve metanet diliyorum. Başımız sağolsun.


Sarkis HATSPANIAN
"Vardaşen" mahpusanesi, 27.kasım.2010
ERMENİSTAN