Tüm Soykırımların Kurbanlarıyla Dayanışma (TSKD)
Parlamenter David Cameron'un Ankara’da utanmadan gözardı ettiği Türk
Devlet terörünün kirli yüzü aynı gün Avam Kamarasında sergilendi
Bu hafta (27 Temmuz) Salı günü Türk yazar ve avukatlarına yönelik yeni bir dava dalgasının başlatılmasının arifesinde Türkiye’yle ilgili iki çelişik açıklama yapıldı. İlki, Ankara’da bulunan Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron’dan geldi; İnsan Hakları meselelerini toptan göz ardı ederek Türkiye’nin BK açısından ne kadar değerli olduğuna dair coşkulu bir açıklamaydı bu. Aynı gün Londra’da Avam Kamarasında (İskoç Ulusal Parti parlamenteri) Angus Macneil’in evsahipliğinde yapılan bir toplantıda, üç konuşmacı iyi araştırılmış belgeler temelinde Türk Devlet terörizmine ve İnsan Hakları ihlallerine yönelik sert eleştiriler yaptı. Konuşmacılar, yazar Des Fernandes, Toplumların Suçlanmasına Karşı Kampanya’dan Alex Fitch ve Tecride Karşı Uluslararası Platform’dan Sinan Ersoy’du. Avam Kamarasının toplantısı öncesinde, Platform’un ve TSKK’nın üyeleri Belgrave Meydanı’nda Türk Büyükelçiliği önünde coşkulu bir gece gösterisine katıldılar.
Sinan Ersoy, (Ankara Barosu üyesi ve Çağdaş Hukukçular Derneği başkanı) Selçuk Kozağaçlı’nın Ankara’daki davasına odaklandı. Alex Fitch, Türkiye’nin suçlarının uluslararası anlamda ne denli önemli olduğunun tahlilini yaptı.
“Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor ve Birleşik Krallık hükümeti neden sessiz kalıyor?” – Konuşmacı Desmond Fernandes
Öncelikle, Türkiye’nin “aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve azınlıklarını” yargılamakta ısrar ettiği GERÇEĞİNE” [1] yakın dönemli örnekler vererek ışık tutmak istedim: Göreceğimiz gibi, hedef gösterme nedeni, anayasanın temelini oluşturan devlet ideolojisinin –bunun yanı sıra ‘derin devlet’ unsurlarının ve hükümet partisinin– çok kültürlülük haklarını ve demokratik hakları, hatta Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde belirlenen hakları talep edenleri ve Kürt sorununun son bulmasını isteyenleri veya hükümet ve devletin baskıcı eylemlerini tartışanları hala suçlanacak, korkutulacak “DÜŞMANLAR” olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.
Kimler bu, hedefe konulan ‘Diğerleri’? (‘Onlar’dan, parlamenter David Cameron’un bugün Türkiye’de yaptığı konuşmalarda anlamlı bir biçimde bahsedildiklerini söylemek hayli zor): Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Aramiler, Rumlar; devletin baskıcı doğasına ışık tutmaya çabalayan ‘Atatürkçü olmayan solcular’ ve [çoğu tecrit edilmiş] siyasi suçlular ve onların aileleri; toplu görüşme ve çalışma haklarını savunan sendikacılar; gazeteciler; aydınlar, akademisyenler, müzisyenler; faili meçhullerin yakınları, (Barış Anneleri gibi) barış savunucuları ve bütün bu insanları savunan avukatlar; gençlik grupları... liste böylece uzar gider.
Ve eğer “aydınlar”a –örn. bu kategoriye giren yazarlara, gazetecilere, akademisyenlere; hatta (yarın başlayacak bir davada 15 yıla kadar hapsi istenen) Ferhat Tunç gibi tanınmış müzisyenlere- ve “yayıncılar”a ve “avukatlar”a göz atacak olursak, bütün bu meseleleri ve kaygıları algılayabiliriz:
1) Türk devlet terörünün doğasını ve (esas olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-devletleri arasında bölünmüş) ‘uluslararası sömürge’ Kürdistan’daki Kürtlere uygulanan soykırımı belgelediği için ‘düşünce suçu’yla 17 yılını cezaevinde geçirmiş bulunan ve şu anda da 1990’larda bu konulara ilişkin çalışmalarını sürdürdüğü için ‘düşünce suçu’yla 202 yıl mahkumiyetle yüz yüze olan İSMAİL BEŞİKÇİ. Prestijli Çağdaş Hukukçular Derneği dergisinde yer alan ‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakları ve Kürtler’ başlıklı makalesi üzerine İstanbul başsavcılığı tarafından aleyhine suç duyurusunda bulunuldu. Ankara Düşünce Özgürlüğü İnisiyatifi bu konuda şu açıklamayı yapmıştı:
Başsavcının cezalandırılmasını istediği şey “PKK propagandası” değil düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu da, egemen sınıfın kabul etmeyi kabul etmiş olduğu sınırlı hak ve özgürlüklere tecavüzde bulunmaya nasıl da teşne olduğunu açıkça ve bir kez daha gösteriyor...
Herhangi bir yargılama, Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19. Maddesi çerçevesinde Türkiye’nin yükümlülüklerinin ihlali anlamına gelecektir. Akademisyen Van Bruinessen’in, Kürtlere yönelik baskıların ve soykırımın doğasına ilişkin araştırma yürüten bilim adamından söz ederken dediği gibi: “Türk tarihinde başka hiçbir yazar Beşikçi’nin kamuya açık hemen her konuşmasının ardından olduğu gibi bu kadar çok dava ve mahkumiyetle yüzyüze kalmamıştır.[2] Beşikçi’nin Türkiye’nin hukuk sistemiyle çatışmaları, sistemde neyin yanlış gittiğini, herhangi bir soyut siyasi veya hukuki analizin yapamayacağı kadar açık biçimde göstermekte ve resmi bir biçimde beyan olunmuş insan hakları ve demokratik değerlerin Kürt meselesinin söz konusu olduğu durumlarda hükümsüz olduğunu açığa çıkartmaktadır. Sessizliğe gömülmesi için yapılan tüm baskılara rağmen yazmayı ve konuşmayı sürdüren Beşikçi, Kürtler ve Türkiye’deki insan hakları hareketi için güçlü ve önemli bir sembol haline gelmiştir”.
Beşikçi’nin davasında, Kürtlerin, uluslararası hukukta ırkçı ve baskıcı ve daha da açıkçası, -Beşikçi’nin başka yazılarında da ifşa etmiş olduğu gibi- soykırımsal rejimde kendi kaderini sorgulama HAKLARINI, prestijli Çağdaş Hukukçular Derneği dergisinde tartışmak, sözde Anti-Terör yasaları çerçevesinde bir ‘suç’ olarak yaftalanıyor. Soykırım güden ve baskıcı devletin “terörist yaftalı” ve genişletilmiş anti-Kürt ajandaları, Ankara Düşünce Özgürlüğü İnisiyatifi’nin son raporunda dile getiriliyor:
“İsmail Beşikçi Bir Kez Daha Yargılanıyor... Yeter! İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘demokratikleşme’ girişimleri fiyaskosunun ardından, rejimin her bir parçası Kürtlerin ve eşitlik ve özgürlük temelinde halkların kardeşliğini savunanların yaşamını zehir etmeye yeminli gibi görünüyor...
Kürt partisi Demokratik Toplum Partisi’nin yasaklanması; Kürtlerin seçilmiş yerel temsilcilerinin medya önünde tutuklanmaları; Kürt ilköğretim öğrencilerine karşı ‘terör örgütü mensubu olmak’ gerekçesiyle açılan davalar; Kürtçe dergi ve gazetelere yönelik amansızca saldırılar; her Kürt’ü ‘potansiyel terörist’ gören bir zihniyetin giderek egemen kılınması, ülkenin yeni bir... cehenneme evrildiğine haber veren işaretlerdir.
Ve bu işaretler, hedefin (kükmedenler tarafından her vesilede iddia edildiği gibi) PKK olmadığını, Kürtlerin Kürt kimlikleriyle varolma hakları olduğunu gösteriyor. Bu işaretlerin sonuncusu, Dr. İsmail Beşikçi aleyhine, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin dergisinde yayınlanan ‘Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakları ve Kürtler’ başlıklı makalesi üzerine İstanbul başsavcısının yaptığı suç duyurusu.
Başsavcı, Beşikçi’nin “Kürtler, son 200 yıldır özgürlük için, özgür bir ülke için mücadele etmekteler; ve bedelini ödüyorlar... Suriye, İran ve Türkiye Kürtleri demir bir elle yönetiyorlar... Kürtlere hükmeden devletler onlara karşı her zaman politik, ideolojik, diplomatik ve askeri güçlerini birleştirebilmişlerdir. Açıktır ki, bu ortak kontrol adalet yaratmaktan çok sürekli ihlallere yol açmaktadır. Bu şartlarda baskıya karşı direnç göstermek meşru bir haktır...” diye yazarken PKK davasının propagandasını yaptığını iddia etmiştir.
“PKK propagandası” bir yana PKK liderliğini açıkça eleştirmiş birini suçlamanın abesliği ve bu temelde bir dava açılmış olması Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı bir tehdit olduğunu göstermektedir... Bizim [protestomuz], ilk tepkisi kendi dogmalarını benimsemeyenleri mahkum etmek olan bu rejimin kireçlenmiş reflekslerine karşıdır
-ve, kitaplarımda ve ilgili makalelerimde göstermiş olduğum gibi,[3] bu dogmalar Türkiye’deki “Ötekiler” açısından soykırımsal sonuçlar doğurmaktadır -
[Bizler], “vicdan mahkumları” bu ülkede beşinci kuşağa kadar ulaşırlarken, egemenlerin aynı korku teranelerini sürdürmelerine karşıyız. [Bizler] bu ülkenin birikmiş sorunlarına dair hiç bir alternatif önermenin tartışılamaması bağlamında uygunsuz despotizme karşıyız.”
Dolayısıyla, örneğin, PKK ve KCK’nin süregelen ihtilafa barışcıl bir çözümle ilgili metin ve beyanlarına sadece eleştirel gözle bakmak bile, ayrımcılık ve hedef gösterme anlamına gelir -ki, o metin ve beyanlarda, temel kültürel ve siyasal hakları tanınırsa, her türlü silahlı çatışmaya açıkça son verme çağrısı içeren birtakım önerilerde bulunuyorlardı-.
Anti-terör Yasasının 6. ve 7. Maddeleri çerçevesinde, örneğin [Belge Yayınevinin yayıncısı] Ragıp Zarakolu ve Kürt yazar N. Mehmet Güler KCK Dosyası/Küresel Devlet ve Devletsiz Kürtler adlı bir kitabı yazıp yayınladıkları için “Kürt İşçi Partisinin propagandasını yapmak ve bölücülük” suçlamasıyla yargılanıyorlar. “Kitap, yayınlandıktan ve Diyarbakır Kitap Fuarında sergilendikten hemen sonra 2010 Mayıs ayında yasaklanıp toplatıldı. Savcı Hakan Karaali iddianamesini İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi... ve 8 yıla kadar hapis cezası talep etti. Yayıncı Zarakolu ve yazar Güler suçlamaları kabul etmediler ve Kürt sorununun barışçıl çözümüne yardımcı olmayı ve iki toplum arasında anlayış ve empatiyi geliştirmeyi istediklerini ifade ettiler”.
“Ragıp savcıya Uluslararası Yayınlama Özgürlüğü Komitesi üyesi olduğunu ve 15 yıldır Türkiye Yayıncılar Birliği adına ifade özgürlüğü raporlarını yazdığını ifade etti”:[4] “Bilgi olmadan sorunu anlamak ve bir çözüm bulmak mümkün değildir. Vatandaşların sorunun tüm ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olma hakları vardır. Hiç kimsenin [birini] [sadece] devlet söylemi [sınırları içinde] yazmaya zorlama hakkı yoktur... [Bizim] HEPİ TOPU 1000 ADET BASILAN 250 sayfalık araştırmamızı ve akademik kitabımızı propaganda olarak nitelemek çok gülünç”.[5]
Yazar N. Mehmed Güler’se şunları dile getirdi: “Ben Bölgesel Kürt Meclislerinde tarafsız çalışmalar yürüttüm ve Kürt sorununun kısa bir tarihçesini vermeye çalıştım... Bu şimdi de süregiden bir sorun... Geçen yıl yasal Kürt partileri kapatıldı; yüzden fazla Kürt belediye başkanı, eski milletvekili, kanaat önderi, siyasal aktivist, belediye meclisi üyesi tutuklandı. Tüm vatandaşların olup bitenler hakkında bilgi sahibi olma hakları vardır. [Bu konuda] objektif olmaya çalıştım”.[6]
N. Mehmed Güler, ayrıca, "Sıti", "Sabri" ve "Şiyar" adlarında hayali karakterler arasında geçen konuşmalara yer verdiğinden dolayı (Türkiye’deki baskı rejimine karşı verilen Kürt mücadelesine ilişkin “Ölümden Zor Kararlar” adlı) Kürt romanı için 2010 Haziran ayında 15 aylık bir hapis cezası da almıştır. Yakın tarihli bu dava nedeniyle “Uluslararası Pen ve Uluslararası Yayıncılar Birliği, IPA başkanı Bjorn Smith-Simonsen ve Uluslararası PEN Genel Sekreteri Schoulgin tarafından imzalanmış müşterek bir raporla yazar Güler hakkındaki mahkumiyeti kınadılar. Raporda, Türk yetkililer Türkiye’nin de imza koyduğu Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Sözleşmesi’nde öngörülen yükümlülüklerine uygun hareket etmeye davet ediliyorlardı.[7]
Bir başka örneğe göz atacak olursak, –burada Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın davasının ayrıntılarını vermeyeceğim, çünkü bildiğim kadarıyla meslektaşım ve Tecrite Karşı Uluslararası Platform (TKUP) üyesi Sinan Ersoy benim konuşmam sonrasında davanın ayrıntılarını aktaracak- Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (UİHF) ile İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (İKDÖ) arasındaki müşterek bir program olan İnsan Hakları Savunucularını Koruma Gözlemevi’nin İnsan Haklari Derneği – İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şubesi Başkanı Muharrem Erbey’in tutuklanmasını ve İHD’nin Diyarbakır’daki bürolarının keyfi bir biçimde aranmasını takiben en derin kaygılarını nasıl ifade ettiklerini görebiliriz.
“24 Aralık 2009 günü sabahı, ‘anti-terör’ şubesine mensup polisler, Diyarbakır Başsavcılığının aralarında insan hakları savunucusu Muharrem Erbey’in de olduğu onlarca sivil toplum aktivisti, Kürt muhalefet üyesi ve gazetecinin tutuklanmasını isteyen emrinin ardından Türkiye’nin en az 11 vilayetinde bir operasyon başlattılar. Daha sonra insan hakları avukatı Muharrem Erbey gözaltına alındı; 26 Aralık 2009 günü Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince ‘yasadışı bir örgüte üye olmakla’ suçlandı [ve]... Diyarbakır D tipi Cezaevine konuldu”.[8]
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun dile getirdiği üzere:
Muharrem Erbey, 2009 Eylül ayında azınlık haklarına saygılı olmayı amaçlayan anayasal değişiklikleri tartışmak üzere Diyarbakır’da bir atölye toplanması hazırlıklarına katılmasının [ve] Belçika, İsveç ve İngiltere parlamenterleri önünde Türkiye’deki Kürt azınlığın haklarına ilişkin bir konuşma yapmasının [ve de] 2009 yazında İtalya’da düzenlenen “Kürt Film Festivali”ne Diyarbakır’ın [Kürt] Belediye Başkanının hukuk müşaviri olarak katılmasının ardından yok yere Koma Civaken Kurdistan - KCK olarak bilinen yasadışı silahlı örgütün uluslararası ilişkiler temsilcisi olmakla suçlanmaktadır.
Ayrıca, eşzamanlı olarak polis herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın Diyarbakır’daki İHD bürolarına baskın yapmaya kalkışmıştır. İHD üyelerinin yaptıkları itirazlar üzerine, beş dakika içinde bir mahkeme emri almışlar ve İHD’nin bilgisayarlarına ve belgelerine el koymuşlardır. El konulan belgelerin içinde 21 yıldır toplanan ve meçhul faillerce işlenen siyasi cinayetler, ortadan kaybedişler ve işkence olayları gibi ciddi insan hakları ihlallerini belgeleyen özel arşiv materyali de vardı.
Gözlemevi, İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin gelişiminde çok hayati bir rol oynamış olduğunu hatırlatmaktadır. Gözlemevi genel olarak İHD ve üyelerinin karşılaştığı büyük baskıyla ve özel olarak da Genel Başkan Yardımcısına yönelik, insan hakları eylemlerini 9 Aralık 1998 tarihinde BM Genel Kurulunca benimsenen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucuları Beyannamesine aykırı olarak engellemeyi amaçlayan tutuklamayla yakından ilgilenmektedir. Gözlemevi
- İngiltere PEN ve diğer destekçilerle birlikte-
Türk makamlarından Bay Erbey’in tutuklanan diğer tüm insan hakları savunucuları ile birlikte derhal ve kayıtsız şartsız serbest bırakmalarını istemiştir.[9]
Fakat insan hakları savunucularının, “yazarlar, aydınlar, avukatlar, yayıncılar, müzisyenler”in Türkiye’deki “Diğerleri”ne uygulanan ayrımcılıkla ilgili önemli ihlaller hakkında insan haklarını savunmaya cüret ettikleri için suçlanmaları ve yargılanmaları devam ediyor. Ve parlamenter David Cameron’un Türkiye’deyken bu konulardan söz etmekten ve yüzleşmekten kaçınması son derece talihsiz olmuştur. Bu arada –Cameron’un bu ‘ayrıntıları’ açıkça göz ardı etmesine rağmen- (BM Soykırım Sözleşmesinin en az 2 maddesince tanımlanan) soykırım;[10] savaş suçları; cezaevlerindeki ve devlet güçlerince yapılan işkenceler; insan hakları savunucularının, yazarların, sanatçıların ve müzisyenlerin yargılanmaları; çocukların Anti-Terör yasaları kapsamında yargılanmaları; siyasi mahkumların onları en temel insan hakları teminatlarından mahrum bırakacak biçimde tecritleri (ayrıca onlara destek vermeye çalışanların izlenmeleri); Kürt gerillaların cesetlerine devlet güçlerince kötü davranılması; Kürt yerleşim bölgelerindeki ormanların yakılması ve Türk ve İran ve denildiğine göre Suriye devletleri[11] ile ABD-NATO güçleri[12] arasındaki kuzey Irak (güney Kürdistan) ve Suriye ve İran’daki Kürt bölgelerinin yoğun şekilde bombalanmasına yol açan işbirliği sürüyor.
Tecrite Karşı Uluslararası Platform (TKUP)’un ifade ettiği üzere: “15 Haziran 2010’da, Türkiye’nin 3 farklı kentinde (Ankara, İzmir, İstanbul) evler ve demokratik dernekler polisin baskınına uğradı. 28 kişi gözaltına alındı, 17’si cezaevine konuldu... Çoğu tutuklu yakınları derneği TAYAD’ın üyeleriydi... TAYAD [üyeleri]... [Türkiye’deki] tecrit hücrelerinde bulunan hasta mahkumların öldürülmelerine muhalefet ettikleri, 2000-2009 arasında tamı tamına 309 mahkumun katlinden sorumlu AKP hükümetini protesto ettikleri ve katledilen kanser hastası [mahkum] Güler Zere’nin cenazesine katıldıkları bahanesiyle tutuklandı. Bu “tutuklamalar”, TKUP’un söylediğine göre, “adaletsiz, hukuka aykırı ve keyfi”dir. Hasta mahkumları desteklemek bir suç olarak görülemez. 17 TAYAD üyesinin derhal serbest bırakılmasını ve tecrit [politikasına] son verilmesini talep ediyoruz.
2010 Haziran’ında, “Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (UGF) ... Express dergisinden gazeteci İrfan Aktan’ı bir yıl üç ay hapse mahkum eden bir mahkemenin kararını ‘cezai ve çok sert’ olduğu gerekçesiyle kınadı. Aktan’ın suçu yazısında Kürt İşçi Partisi PKK üyesinden ve Özgür Halk gazetesinden alıntı yapmasıydı... ‘Bu acımasız ve Türk gazetecileri korkutmayı amaçlayan korkunç bir karardır’ diyordu UGF Genel Sekreteri Aidan White. 'Bu dava ceza yasası ve anti-terör yasasının özgür ifadeye baskı uygulamak için nasıl kullanıldığını açıkça göstermiştir’... ‘Ceza hukuku ve anti-terör yasasındaki bu hükümler gazeteciler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmaktadır’ diyordu, IFJ üyesi Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Ercan İpekçi”.[13]
“Bir yayıncı ... [da] 2009 Ocak ayında beş aya mahkum edildi” diye belirtiyor Uluslararası PEN, “bu ceza 3.000 TL (2,000€) para cezasına çevrildi. Kendisine daha hafif bir ceza teklif edilmiş fakat o, gelecekte benzer bir suç işlememeye söz vermesi talebine uymayı reddetmiştir. Bahsi geçen yayıncı bir kitaptan mahkum olmuştur”, ki, -açıkça söylemek gerekirse- “bu kitapta, devletin mafyayla bağlantıları olduğu ve ‘faşist diktatörlük’ten bahisle geçmişte Kürtler’e yönelik katliamlar olduğu ileri sürülüyordu”.[14] Bu barış savunusu sonucunda kendilerini sanık durumda buluyorlar. Bir örnek vermek gerekirse:
● “61 yaşındaki Barış Annesi Sultan Acıbuca’ya, 8 Mart 2008’de İzmir’de Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla söylediklerinden ötürü 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Acıbuca’yı ‘PKK üyeliği’ ile 6 yıl 3 aya mahkum etti”.[15] Ve bu suçlamanın ve mahkumiyetin gerekçeleri neydi?: “Acıbuca ‘1 Eylül Dünya Barış Günü yürüyüşüne katılmak, Hrant Dink cinayetini lanetlemek ve Kadınlar Günü’nde Barış istemek’le suçlandı”.[16]
“Mahkeme mahkumiyeti Türk Ceza Yasası (TCY)’nun 314/2. maddesiyle bir ceza artırımı getiren Anti-Terör Yasası (TMY)’nın 5. maddesine dayandırdı... Acıbuca’nın,”
-İstanbul’daki Ermeni gazetesi Agos’un sahibi ve Ermeni soykırımını ‘soykırım’ olarak niteleyen ve katledilmeden önce bundan dolayı suçlamalarla karşılaşan-
“Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink’in katlini lanetlemesi” bir suç olarak görüldüğü gibi 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle yapılan bir mitinge katılması, Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nde barış çağrısı yapması ve üç basın açıklamasına izleyici olarak katılması da suç olarak değerlendirildi. Acıbuca'nın avukatı Nezahat Paşa Bayraktar müvekkilinin savunmasını 9 Haziran [2010]’daki duruşmada sundu. Acıbuca’nın basın açıklamasına katılmasının iç hukukun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yasal teminatı kapsamında olduğunu beyan etti. Söz konusu eylemlerin bir suç teşkil etmediğini söyledi. Bir anneyi barışı savunduğu için yargılamak hukuka aykırıydı, Bayraktar’a göre. Bayraktar, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle sayısız kere mahkum edildiğine dikkat çekti. İncal-Türkiye arasındaki davaya isnatta bulunan avukat müvekkilinin eylemlerinin herhangi bir suç teşkil etmemesi nedeniyle beraatini talep etti”.[17]
2010 Haziran ayı sonlarında, Diyarbakır’dan 98 örgüt müşterek bir açıklamada bulundu. “Baro, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, insan hakları örgütleri ve sendikalar tarafından imzalanan açıklama... Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı... tarafından okundu... Örgütler diğer konuların yanı sıra “düşünce özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik engellerin ‘Kürt sorununun her açıdan özgürce tartışılmasını engellemelerine rağmen’ hala kaldırılmadıklarına işaret etti”.[18] ‘Diğer’ sorunları tartışılması da, hem benim sunumumda hem de meslektaşlarımın sunumlarında bu akşam açıkça gösterileceği gibi, şaşırtıcı usullerle engellenmiştir.
BK hükümetinin, parlamenter David Cameron’un tam şu anda Türkiye’yi ziyaret ediyor olmasına rağmen, bu acil konuların çoğunda “neden” bu kadar utanmazca sessiz kaldığı sorusu karşısında birkaç varsayımım var:
1) ABD hükümeti, BK’ın, duruma ve etnik meselelere bakmaksızın, Türkiye’ye destek vermesini istiyordur.
2) Türkiye, bir “NATO müttefiği”dir ve ‘kirli’ geçmişinde ve ‘Diğerleri’ne karşı sürdürülen soykırım savaşlarında ABD-BK ve NATO desteği almıştır.[19]
3) Türkiye, ABD destekli ‘Teröre Karşı Savaş’ın bir parçasıdır, bundan ötürü -ABD hükümeti bunu bir dava gördüğü sürece- (ABD yönetimi tarafından tanımlanan ve BK hükümetinin dikkate almak zorunda olduğu) birtakım ‘aşırılıklar’dan ‘mazur görülüyordur’. Parlamenter Cameron’un Ankara’da “Türkiye büyük bir NATO müttefiğidir ve Türkiye, ister El Kaide’den ister PKK’den gelsin, her türde terörizmle mücadele etme kararlılığımızı paylaşmaktadır” biçimindeki konuşması bunu kanıtlamaktadır.[20] Bu beyanın gösterdiği üzere, ‘her türde terörizm’, Türkiye’nin belirlediği gibi, [genelde KCK-PKK terörizmiyle savaş’ bahanesini kullanarak] en temel ifade özgürlüklerine bir saldırıya yol açmıştır.
4) Bu durum, en azından silah ve petrol sanayi açısından, BK’la kârlı ticaret sağlamaktadır (örn. büyük oranda Türkiye’den geçecek olan Bakü-Tiblis-Ceyhan boru hattının sahipleri enerji şirketleri ve BP’ün oluşturduğu bir konsorsiyumdur. Konsorsiyumun hissedarlarının %30.1 gibi önemli oranı BP mensubudur).[21]
5) BK, John Pilger, Mark Curtis -The Ambiguities of Power: British Foreign Policy since 1945 (Zed, 1995), The Great Deception: Anglo-American Power and World Order (Pluto, 1998) ve Web of Deceit: Britain's Real Role in the World (Vintage, 2003)’de– ve (Britanya hükümetinin Türkiye’nin ısrarlı istekleri doğrultusunda Ermeni soykırımını inkar etmesine atıfta bulunan) Robert Fisk’in açıkça dile getirdikleri gibi, dış politika müzakerelerinde asla “ahlaki” veya “etik” davranmamıştır. Bu gerçeği kabullenmek ve eğer anlamlı bir değişikliği hedefliyorsak böylesi bir yönelime muhalefet etmek zorundayız.
Şu destek mesajları okunmuştur:
● “Bizler, Ankara İnisiyatifi üyeleri olarak parlamenterler toplantısına katılanlara en içten selamlarımızı göndermek ve hükümetin ifade özgürlüğüne karşı saldırısına göğüs germe sürecinde uluslararası dayanışmanın hayati olduğunu vurgulamak isteriz...” - Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi.
● “27 Temmuz günüyle ilgili: Kürt özgürlük mücadelesini sonuna kadar destekliyor ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırıları kınıyorum. Ne yazık ki, 27 Temmuz için angajmanlarım var. Lütfen toplantı katılımcılarına özürlerimi ve dayanışma duygularımı iletiniz. Dilerim kampanya çok başarılı olur.” - Peter Tatchell.
Aşağıdaki dilekçeler katılımcılar tarafından imzalanmıştır:
Dilekçe 1 Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nın dikkatine
Bizler, 27 Temmuz 2010 günü Londra’da (BK Parlamentosu) Avam Kamarasında gerçekleşen “Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor” toplantısının katılımcıları, Dr. İsmail Beşikçi’nin yargılanmasını şiddetle kınıyor ve kendisi aleyhine İstanbul başsavcısı tarafından –‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakları ve Kürtler’ başlıklı makalesinin Çağdaş Avukatlar Derneği dergisinde yayınlanmasını takiben “PKK propagandası” bahanesiyle- yüklenen suçlamaların düşürülmesini istiyoruz.
Beşikçi’nin 28 Temmuz’da İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde karşılaştığı suçlamalar onun ifade özgürlüğü hakkının açıkça ihlalidir ve ifade özgürlüğü hakkını koruyan uluslararası standartlara aykırıdır. Herhangi bir mahkumiyet Türkiye’nin Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 19. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi kapsamındaki yükümlülüklerinin ihlali olacaktır.
Türkiye Adalet Bakanı
Sadullah Ergin
Fax: 0090 312 417 71 13
E-mail: sadullahergin@adalet.gov.tr
Dilekçe 2 Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nın dikkatine
Bizler, 27 Temmuz 2010 günü Londra’da (BK Parlamentosu) Avam Kamarasında gerçekleşen “Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor” toplantısının katılımcıları yayıncı Ragıp Zarakolu ve yazar Mehmet Güler’in yargılanmalarını şiddetle kınıyor ve kendilerine 20 Temmuz’da İstanbul başsavcısı tarafından –KCK Dosyası/Küresel Devlet ve Devletsiz Kürtler adlı kitapdan dolayı Anti-Terör yasasının 7. Maddesi kapsamında- yüklenen suçlamaların düşürülmesini istiyoruz.
Bizler, İngiliz PEN gibi, Ragıp Zarakolu ve Mehmet Güler’in ifade özgürlüğü hakkını koruyan uluslararası standartlara aykırı olarak b,r kez daha yargılanıyor olduklarını öğrenmekten son derece hayal kırıklığına uğradık. Herhangi bir mahkumiyet Türkiye’nin Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 19. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi kapsamındaki yükümlülüklerinin ihlali olacaktır.
Türkiye Adalet Bakanı
Sadullah Ergin
Fax: 0090 312 417 71 13
E-mail: sadullahergin@adalet.gov.tr
Dilekçe 3 Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nın dikkatine
Bizler, 27 Temmuz 2010 günü Londra’da (BK Parlamentosu) Avam Kamarasında gerçekleşen “Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor” toplantısının katılımcıları, Eruh-Çirav Festivali’nde yaptığı bir konuşma nedeniyle 15 yıl mahkumiyetle yüz yüze olan sanatçı ve müzisyen Ferhat Tunç’un yargılanmasını şiddetle kınıyoruz.
Diyarbakır’da 28 Temmuz 2010 günü Anti-Terör Kanununun 7/2. maddesi çerçevesinde görülecek dava dolayısıyla, Freemuse’un: “Türk Otoritelerinin meslektaşlarımıza yönelik sürekli tacizlerinden derin kaygı duymaktayız. Fikirlerin suçlanmasının insan haklarının korunması açısından temel bir engel olduğunu düşünüyoruz ve Türkiye, İnsan Hakları ve Özgür İfade kayıtlarının uluslararası denetime tabi olduğu bir süreçte sanatçılarını sansürlemeye ve yargılamaya devam ediyor. Ferhat Tunç çeşitli vesilelerle barışçıl bir çözüme olan inancını ifade etmiştir. Kendisi daima uluslararası insan hakları sözleşmelerine uygun ifade özgürlüğünü savunmuştur. Ferhat Tunç’a karşı yürütülen davanın acilen düşürülmesini saygılarımızla talep ediyoruz”.
Türkiye Adalet Bakanı
Sadullah Ergin
Fax: 0090 312 417 71 13
E-mail: sadullahergin@adalet.gov.tr
Dilekçe 4 Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı’nın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Tahkikat Komisyonu’nun dikkatine
Bizler, 27 Temmuz 2010 günü Londra’da (BK Parlamentosu) Avam Kamarasındaki “Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor” toplantısının katılımcıları, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın, 19 Aralık 2000 günü cezaevlerindeki askeri saldırıdan sorumlu olanların yargılanmasını istemesi nedeniyle yargılanmasını şiddetle kınıyoruz.
Selçuk Kozağaçlı aleyhine, sadece: “Cezaevlerindeki bu katliamdan sorumlu bireyler açığa çıkartılmadığı sürece, adli ve siyasi otoritelerin temsilcileri bu suçun sorumluluğunu taşıyacaklardır” dediği için adli kovuşturma başlatılmıştır.
29 mahkumun yaşamını kaybettiği böylesine büyük bir suçtan sorumlu kişilerin yargılanmasını talep etmek bir suç olamaz.
Selçuk Kozağaçlı’ya yönlendirilen suçlamaların, bu eylemin konuşma ve düşünce özgürlüğüne saldırı olması nedeniyle derhal düşürülmesini talep ediyoruz.
"Selçuk Kozağaçlı’yı yargılamayın, mahkumların katlinden sorumlu olanları yargılayın”.
Türkiye Adalet Bakanı
Sadullah Ergin
Fax: 0090 312 417 71 13
E-mail: sadullahergin@adalet.gov.tr
Türkiye Büyük Millet Meclisi, İnsan Hakları Tahkikat Komisyonu
Zafer Üskül
Fax: 0090 312 420 53 94
[1] Kürt bağlamında, Kürtlerin demografik açıdan bugün güneydoğu Türkiye’deki (kuzeybatı Kürdistan’daki) nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları not edilmelidir.
[2] Daha fazla ayrıntı için, bkz. Munoz, E. (1998) Scientists Clash With The State in Turkey (The American Association for the Advancement of Science, 1998 – http://shr.aaas.org/scws/cs4.htm ). O raporda dile getirdiği gibi: “Sosyolog İsmail Beşikçi’nin davası Türkiye’deki ifade özgürlüğü sınırlarının sosyal bilimcileri nasıl etkilediğine dair trajik bir örnektir... Beşikçi'nin kariyerinin başlangıcındaki hukukla çatışmaları bugüne kadar süren yargılamaların tekrarı açısından model oluşturmaktadır...
Bu raporun yazılışı sırasında (1998), Türk otoriteleri hemen tüm kitap ve makaleleri için Beşikçi aleyhine en az otuz yedi dava açmışlardır... İsmail Beşikçi aleyhine yürütülen yargılamalar, hapis cezaları, kötü muamele ve para cezaları ve Türkiye’nin güneydoğusu hakkında bilimsel çalışmalarını yayınladığı görüşlerini barışçıl bir biçimde ifade ettiği için Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden atılması akademik özgürlüğe ve temel insan haklarına yönelik ciddi ihlaller demektir. Hükümetin eylemleri onun mesleki sosyolojik çalışmalarını yürütme hakkına da tecavüzdür. Beşikçi’nin ifade özgürlüğü hakkından yararlandığı için yargılanması Türkiye’nin Avrupa İnsan Haklarını Koruma Sözleşmesi ve Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Nihai Belgesi (OSCE) tarafından belirlenmiş düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkını; ifade özgürlüğü hakkını ve toplanma ve örgütlenme hakkını tanıma yükümlülüklerine aykırıdır. Türkiye uluslararası hukuk çerçevesinde bu hakları teminat altına almak ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde sayılan temel insan hakları ilkelerine uymak zorundadır”.
[3] Bkz. Kitaplarım Modernity, 'Modernisation' and the Genocide of Kurds and 'Others' (Apec, Stockholm, 2010) and The Kurdish and Armenian Genocides: From Censorship and Denial to Recognition? (Apec, Stockholm, 2007). İlgili makaleler için bkz. Skutnabb-Kangas, T. ve Fernandes, D. (2008) 'Kurds in Turkey and in (Iraqi) Kurdistan - A Comparison of Educational Linguistic Human Rights in Two Situations of Occupation', Genocide Studies and Prevention [Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Birliği resmi yayın organı], Cilt 3[1].
[4] Belge Basın Açıklaması, 21 Temmuz 2010.
[5] Belge Basın Açıklaması, 21 Temmuz 2010.
[6] Belge Basın Açıklaması, 21 Temmuz 2010.
[7] Önderoglu, E. (2010) 'ANTİ-TERÖR YASASI KAPSAMINDA MAHKUM EDİLEN EDEBİYAT: Yazar Güler Roman Kahramanları Adına Mahkum Oldu’, Bia News, 11 Haziran 2010 (Erişim: http://bianet.org/english/freedom-of-expression/122661-author-guler-sentenced-on-behalf-of-novel-characters).
[8] FIDH (2010) 'İnsan Hakları Derneği Ateş Hattında', 29 Aralık 2009 (Erişim: http://www.fidh.org/The-Human-Rights-Association-IHD-remains-in-the ).
[9] FIDH (2010) 'İnsan Hakları Derneği Ateş Hattında', 29 Aralık 2009 (Erişim: http://www.fidh.org/The-Human-Rights-Association-IHD-remains-in-the ).
[10] Bu konuya ilişkin daha kapsamlı bir inceleme ve analiz için, Tove Skutnabb-Kangas’ın benzer makalelerine ve ayrıca benim Modernity, 'Modernisation' and the Genocide of Kurds and 'Others' (Apec, Stockholm, 2010), The Kurdish and Armenian Genocides: From Censorship and Denial to Recognition? (Apec, Stockholm, 2007) ve Skutnabb-Kangas, T. and Fernandes, D. (2008) 'Kurds in Turkey and in (Iraqi) Kurdistan - A Comparison of Educational Linguistic Human Rights in Two Situations of Occupation', Genocide Studies and Prevention [Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Birliği resmi yayın organı], Cilt 3[1]’e bakılabilir.
[11] Bkz. Debka File (2010) 'Syria massacres Kurds aided by Turkey's Israel-made drones', Debka File, 17 Temmuz 2010 (Erişim: http://www.debka.com/article/8916/ ). Bu raporda şunlar yer alıyor: “Suriye askerleri ve Kürt aşiret üyeleri, Suriye ordusu Haziran sonunda dört kuzeydoğu Kürt kasaba ve köyünü tahrip ettiği için şiddetli çatışma içindeler; DEBKAfile’ın askeri ve istihbarat kaynakları raporu. Yüzlerce Kürt’ün öldüğü rapor ediliyor. Suriye’nin eylemi İsrail’in Türkiye’ye sattığı Heron (Eitan) casus uçaklarınca destekleniyor”. Ayrıca bkz. Ergil, D.(2010) 'Russia, Syria and the Kurds', Today's Zaman, 21 Temmuz 2010; orada şöyle diyor Ergil: “Yüzlerce Kürt^ün öldüğü bildiriliyor. Bu Suriye silahlı kuvvetleri rutin bir refleksi olabilir. Yeni olan şey Suriye’nin harekatının, Başbakan Tayyip Recep Erdoğan’ın şahsi emirlerinde yer aldığı söylendiği üzere İsrail’in Türkiye’ye sattığı Heron casus uçaklarınca desteklenmesidir... İnsansız uçaklar Suriye sınırları boyunca Kürtlerin hareketlerini izlemek için kullanılıyor. İnsansız hava taşıtlarının Şam’a yardımının, onları düşman devlet veya kurumların hizmetinde kullanılmalarını yasaklayan İsrail-Türkiye satış sözleşmesine aykırı olduğu söyleniyor... Kürt kuşatılmış bölgeleri olan Ortadoğu devletlerinin Kürt ‘sorununu’ sadece askeri yöntemlerle çözebilmesi hayli ironiktir. Bu yöntemin ne kadar çok insan gücü (can), maddi kaynak ve zaman harcayacağı bilinmiyor...”.
[12] Bkz. Benim Modernity, 'Modernisation' and the Genocide of Kurds and 'Others' (Apec, Stockholm, 2010) kitabım.
[13] IFJ (2010) 'IFJ Condemns Jailing of Journalist in Turkey', Info Turk, Haziran 2010 (Erişim: http://www.info-turk.be/382.htm#Last ).
[14] Uluslararası PEN, Uluslararası Yayıncılar Birliği ve Sansür Endeksi (2009) 'NGO in Consultative Status with ECOSOC: Contribution to the Universal Periodic Review Mechanism, 8th session of the Working Group of the Universal Periodic Review, Türkiye Eki, 9 Kasım 2009', Uluslararası PEN, Uluslararası Yayıncılar Birliği ve Sansür Endeksi (2009), sayfa 4 (Erişim: http://www.internationalpublishers.org/images/stories/MembersOnly/FTPC/UPR/turkey%20upr%20_3_.pdf ).
[15] Freedom of Expression Weekly Bulletin (2010) 'Peace Mother gets 6 years and 3 months of prison sentence', Info Turk, Sayı 24/10, 11 Haziran 2010 (Erişim:
Tüm Soykırım Kurbanları ve ‘Belge Yayınevi’nin Dostları’ ile Dayanışma
Londra Avam Kamarası’nda Kamuya Açık Toplantı
İstanbul’da İsmail Beşikçi (sosyolog) ve Zeycan Balcı Şimşek’in (avukat) ve Ankara’da da Selçuk Kozağaçlı’nın (Ankara Barosu üyesi ve Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı) ‘Düşünce Suçu’ gerekçesiyle görülecek davalarının arifesinde toplantıya davetlisiniz:
“Türkiye aydınlarını, yayıncılarını, avukatlarını ve ‘Azınlıklar’ını yargılamakta neden ısrar ediyor ve Birleşik Krallık hükümeti neden sessiz kalıyor?”
27 Temmuz 2010, Salı, 18-19.15
Committee Room 19, House of Commons, Westminster, London SW1
Destekleyen ve düzenleyen: Parlamenter Angus MacNeil
Başkan: Eilian Williams
Katkı verenler:
1 Sinan Ersoy, "Tecride Karşı Uluslararası Platform"
2 Desmond Fernandes (Modernity, 'Modernisation' and
the Genocide of Kurds and 'Others' and The Kurdish and Armenian
Genocides/ Modernite, ‘Modernizasyon’ ve Kürtlere ve
‘Diğerleri’ne karşı uygulanan Soykırım ve Kürt ve
Ermeni Soykırımları makalesinin yazarı)
3 Alex Fitch (Cemaatlerin Suçlanmasına Karşı Kampanya)
Yine aynı gün: Yukarıdaki soruyu yüksek sesle dile getirmek üzere saat 24’de
(Hyde Park Corner yakınlarındaki) Türk Büyükelçiliği önünde gece nöbeti
Daha fazla bilgi için, Eilian Williams, eilian@talktalk.net Tel: 07718982732’le temasa geçiniz.
Arkaplan Bilgileri:
(Kurucuları arasında Fikret Başkaya, Temel Demirer, Sait Çetinoğlu, Ragıp Zarakolu, Baskın Oran ve Recep Maraşlı’nın da olduğu) Ankara Düşünce Özgürlüğü İnisiyatifi:
“İsmail Beşikçi Bir Kez Daha Yargılanıyor... Yeter! İktidardaki partinin ‘demokratikleşme’ girişimleri fiyaskosunun ardından, rejimin her bir parçası Kürtlerin ve eşitlik ve özgürlük temelinde halkların kardeşliğini savunanların yaşamını zehir etmeye yeminli gibi görünüyor... Kürt partisinin [DTP] yasaklanması; Kürtlerin seçilmiş yerel temsilcilerinin medya önünde tutuklanmaları; Kürt ilköğretim öğrencilerine karşı ‘terör örgütü mensubu olmak’ gerekçesiyle açılan davalar; Kürtçe dergi ve gazetelere yönelik amansızca saldırılar; her Kürt’ü ‘potansiyel terörist’ gören bir zihniyetin giderek egemen kılınması, ülkenin yeni bir... cehenneme evrildiğine haber veren işaretlerdir. Ve bu işaretler, hedefin... Kürtlerin Kürt kimlikleriyle varolma hakları olduğunu gösteriyor.
“Bu işaretlerin sonuncusu, Dr. İsmail Beşikçi aleyhine, Çağdaş Avukatlar Derneği’nde yaptığı ‘Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakları ve Kürtler’ başlıklı konuşmasını takiben... İstanbul başsavcısının yaptığı [abuk subuk] suç duyurusu. Başsavcının cezalandırılmasını talep ettiği şey düşünce ve ifade özgürlüğüdür; ve bu da, egemen sınıfın kabul etmeyi kabul etmiş olduğu sınırlı hak ve özgürlüklere tecavüzde bulunmaya nasıl da teşne olduğunu açıkça ve bir kez daha gösteriyor.”
Akademisyen Van Bruinessen’in ileri sürmüş olduğu gibi: “Türk tarihinde başka hiçbir yazar Beşikçi’nin kamuya açık hemen her konuşmasının ardından olduğu gibi bu kadar çok dava ve mahkumiyetle yüzyüze kalmamıştır. Beşikçi’nin Türkiye’nin hukuk sistemiyle çatışmaları, sistemde neyin yanlış gittiğini, herhangi bir soyut siyasi veya hukuki analizin yapamayacağı kadar açık biçimde göstermekte ve resmi bir biçimde beyan olunmuş insan hakları ve demokratik değerlerin Kürt meselesinin söz konusu olduğu durumlarda hükümsüz olduğunu açığa çıkartmaktadır. Sessizliğe gömülmesi için yapılan tüm baskılara rağmen yazmayı ve konuşmayı sürdüren Beşikçi, Kürtler ve Türkiye’deki insan hakları hareketi için güçlü ve önemli bir sembol haline gelmiştir”.
Beşikçi’nin davasıyla aynı gün, (Ankara Barosu üyesi ve tüm Türkiye’deki 2,500 ilerici avukatı temsil eden Çağdaş Hukukçular Derneği –ÇHD- Başkanı) Selçuk Kozağaçlı da yargılanıyor. ÇHD’nin İstanbul Şubesinin dile getirdiği gibi: “19 Aralık 2000 cezaevi katliamından bu yana(i) 10 yıl geçmiştir. 10 adli yıldan sonra, insanlara karşı işlenen ağır suçu takiben geçen 10 yıldan sonra, bu cinayet suçu zamanaşımıyla karşı karşıya.... İnsanlara karşı, [bu] ağır suçu işleyenlerden... hesap sorulmadı. Sorumlu tutulması gerekenler, [tam tersine] terfi ettirildiler. Cezaevleri genel müdürü olarak bu katliamın planlanmasında rol oynayan Ali Suat Ertosun önce olağanüstü hizmetleri için devlet madalyasıyla ödüllendirildi ve sonra da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olarak atandı. Kendisine bu madalyayı verenler ve onu bu makama getirenler onun adli sicilini değil cezaevi katliamındaki kanlı rolünü esas almışlardır...
“Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) başkanı Selçuk Kozağaçlı, katliamın yıldönümünde söylediklerinden dolayı [inanılır gibi değil ama] yargılanıyor: ‘Ali Suat Ertosun için en uygun yer sanık sandalyesiydi. Cezaevi katliamı onun şahsında mahkum edilmedikçe, yargı ve yürütme erki bu suçun işbirlikçileri olarak kalır.’”
Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu
12 Temmuz 2010
ARTIK YETER! EDİ BESE!
İsmail Beşikçi Yargılanamaz!
İSMAİL BEŞİKÇİ’nin yeniden yargılanıyor olması nedeniyle Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin açtığı imza metnini destekliyoruz.
İsmail Beşikçi, Türkiye aydınlanma hareketinin yüzakı bir aydın olarak, Kürt sorunun konuşulmasında, tartışılmasında önemli bir görev yerine getirmiştir. Düşüncelerini bedeller ödeme pahasına söylemiş, yazmış bir bilim insanı olarak, dünyanın dört bir yanında tanınmaktadır.
Avrupa’da yaşayan göçmen işçi ve emekçiler de İsmail Beşikçi’yi ve yazdığı kitapları çok yakından tanımakta ve onun düşüncelerinden yararlanmaktadırlar. Makalelerini, röportajlarını severek okumaktadırlar.
Yıllarca zindanlarda yatmış İsmail Beşikçi’nin tekrar yargılanması, Türk Devleti’nin kirli savaş konseptinin bir parçasıdır. Kürt halkına yönelik saldırıların pervasızlaştırıldığı, DTP’nin kapatıldığı, Kürt halkının seçilmiş temsilcilerinin ve çocukların zindanlara atıldığı, gerilla cesetlerinin insalık dışı işkencelere maruz kaldığı, dergi ve gazetelerin kapatıldığı, söz ve eylem hakkının saldırıya uğradığı, kısacası sömürgeci-faşist zihniyetin zehirini vahşice kustuğu bir süreçte, saldırıların Kürtlerle sınırlı tutulmadığı ve tutulmayacağını göstermektedir.
İsmail Beşikçi’nin tekrar yargılanması, Kürt halkına yönelik saldırılara ve baskılara karşı çıkan, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunan herkese verilmek istenen bir gözdağıdır. Ama biliyoruz ki, İsmail Beşikçiler dün susturulamadı, bugün de susturulamayacaktır.
Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon) ve bağlı kurumlar olarak, Türk Devleti’nin İsmail Beşikçi’yi yeniden yargılamasını şiddetle protesto ediyor ve Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin açtığı imza metnini destekliyoruz.
ARTIK YETER! EDİ BESE!
İsmail Beşikçi Yargılanamaz!
AvEG-Kon
(Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu)
ve üyesi kurumlar
Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu (AGİF) - agif@gmx.de
İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu (İGİF) - igif@gmx.ch
Fransa Türkiyeli Göçmen İşçiler Kültür Derneği (ACTIT) - actit2004@hotmail.com
Londra Göçmen İşçiler Kültür Derneği (GİK-DER) - rwca1991@hotmail.com
Hollanda Vardiya Enternasyonal Kültür ve Sanat Vakfı (VEK-SAV) - veksav@hotmail.com
Edinburg Göçmen Aileler Birliği (EGA-BİR) - urfo@hotmail.com
Belçika Ezilen Göçmenler Kolektifi (EGK) - info@collective-oi.org
Avusturya Göçmen İşçiler İnisiyatifi – migrant@gmx.at