19 Haziran 2012 Salı

DÜNYA'DAN TÜRKİYE'YE UYARI


We worry about and protest the existence of the barriers on freedom of expression in Turkey and the cases, arrest and imprisonment of journalists, writers, publishers, academia, students, artists, unionists, politicians and anybody who express their ideas in non violent ways.

It makes us sorry to see Turkey’s name in the list of the countries where freedom of expression is being violated. We ask Prime Minister Erdogan –who was a prisoner of conscience whom we supported in the past- and his government, to end this situation and wish to see Turkey as a model of freedom of expression for its neighbours, the region, as well as the whole world.

Türkiye’de ifade özgürlüğü önündeki yasal ve idari engellerin hala var oluşunu, gazetecilerin, yazarların, yayıncıların, akademisyenlerin, öğrencilerin, sanatçıların, sendikacıların, politikacıların ve düşüncesini şiddet kullanmaksızın ifade eden insanların bu ifadeler nedeniyle takibata uğraması, yargılanması, tutuklanması ve hapsedilmesini endişe ile izliyor ve kınıyoruz.

Türkiye’nin adını ifade özgürlüğünün ihlal edildiği ülkeler listesinde görmek bizi üzüyor. Kendisi de bir zamanlar düşünce suçlusu olan ve bu nedenle kendisine de destek olduğumuz Başbakan Erdoğan ve hükümetinden, bu duruma bir an önce son verilmesini ve Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda komşularına ve dünyaya örnek bir ülke haline gelmesini istiyoruz.


International Organizations:/ Uluslararası kuruluşlar

Amnesty International/ Uluslararası Af Örgütü (London/Londra)

Article 19 / Madde 19 (London/Londra)

Freedom House / Özgürlük Evi (Washington/Vaşington)

Human Rights Watch / İnsan Hakları İzleme Örgütü (Washington/Vaşington)

Index on Censorship / Sansür Endeksi (London/Londra)

International Publishers Association / Uluslararası Yayıncılar Birliği (Genéve/Cenevre))

PEN International / Uluslararası PEN (London/Londra)

Reporters Sans Frontiéres / Sınır Tanımayan Gazeteciler (Paris)

World Association of Community Radio Broadcasters / Dünya Radyo Yayıncıları Birliği (Montreal)

1 Mart 2012 Perşembe

Kıbrıs Kongresi 2012




1. Oturum: Türkiye’nin çifte sömürgeciliği: Kürt Coğrafyası ve Kıbrıs
1. Oturum Başkanı: Temel Demirer
- Kürt Coğrafyası ve Kıbrıs - İsmail Beşikçi
- Sırrı Süreyya Önder – Kıbrıs’ın üzerine görüşler

- TC'nin Kıbrıs’taki sureti veya “özel bir sömürgeleştirme öyküsü” - Fikret Başkaya
- Kürt Ulusal Sorunu ve Sömürgecilik - Mahmut Konuk
- Ulus devlet ve halklar sorunu- İbrahim Akyol
- Resmi ideolojide Kürtler- Şaban İba
- Kıbrıs’ta sendikal mücadele - Güven Varoğlu

2. Oturum: Kıbrıs’ın Ekonomi Politiği – Talan Ekonomisi
2. Oturum Başkanı: Şiar Rişvanoğlu
- Kıbrıs’ın ekonomi politiği üzerine kenar notları Temel Demirer
- 6-7 Eylül ve 1964 Kovulmaları ile Sermayenin Türkleştirilmesi - Sait Çetinoğlu
- 6/7 eylül 1955, 1964 kovulmaları ve etnik temizlik – Giorgos Katsanos
- Kıbrıs'ta neoliberal politikalar - Celal Özkızan
- Kürt Sorununun Kıbrıs’ın kuzeyine etkisi ve emek - Ceren Göynüklü
3. Oturum: Devlet, Kıbrıs, Kürtler
3. Oturum: Sungur Savran
- Büyük Oyun’dan TC burjuvazisinin iç savaşına Kıbrıs - Aziz Şah
- TC burjuvazisinin iç savaşının Kürt Coğrafyası üzerindeki etkileri - Levent Dölek
- Kıbrıs ve Kürt Coğrafyası’nda derin devlet faaliyetleri - Şiar Rişvanoğlu
- Demokratik Özerklik ve Sömürge İlişkisi – Demir Çelik
- Akdeniz'in Afrodit’i, batmayan uçak gemisi: Türk klişeleriyle Kıbrıs - Serkan Seymen
4. Oturum: Uluslararası Durum: Akdeniz Devrimci Havzası ve Kıbrıs
4. Oturum: Sait Çetinoğlu
- Bir dış politika konusu olarak Kıbrıs: Türkiye, Yunanistan, AB - Nikos Çiris
- Akdeniz Devrimci Havzası içinde batmayan uçak gemisi Kıbrıs’ın konumu – Sungur Savran
- Kürt Coğrafyası-Kıbrıs tezleri - Suphi Toprak

SUZAN ZENGİN... BU DAVA DA BURADA BİTMEMELİ!


Bu ülkeyi yönetenler çok bilinçli bir şekilde ve hızla gündem değiştiriyorlar. Bir yandan kitlesel tutuklamalar, diğer yandan kitlesel katliamlar. KCK adı altında yapılan operasyonlarla toplumun tüm kesimlerine yönelik tam bir siyasi kıyım uygulanıyor. Hükümet sözcüleri ‘’…eskiden faili meçhul oluyordu, biz hiç olmazsa öldürmüyoruz, sadece tutukluyoruz’’ diyerek adeta toplumla alay ediyorlar. Gündem bu kadar yoğunken 12 Ekim 2011’de Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin’in aramızdan ayrılışı yeterince kamuoyu gündeminde yer bulamadı. Ülke gündemi o kadar yoğundu ki; hapishanelerdeki ‘’ihmallerin’’ bir canı daha aramızdan alıp götürmesi gündemden hemen düşmüştü. Oysa hapishanelerde halen onlarca hasta tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.

Bir komployla başlayan bir dava bir yaşama mal olarak mı sonuçlanacak?

28 Ağustos 2009’da polis komplosu sonucu gözaltına alındı, hayatında hiç karşılaşmadığı kişilerin yanına monte edilerek bir dava dosyası oluşturuldu ve bu dosya ya 8 ay gizlilik kararı konularak 1 yıl sonra ilk duruşmaya çıkarıldı ve iki yıla yakın hapishanede tutuldu.14 Haziran 2011’deki tahliyesinin ardından artan sağlık sorunları nedeniyle o hastaneden bu hastaneye koşuşturan ve nihayet 12 Ekim2011’de aramızdan ayrılan Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin’in davası 6 Mart 2012 günü 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kez daha görülecek

SUZAN ZENGİN Bilinçli Bir Şekilde Ölüme Sürüklendi

Gazeteci-Çevirmen Suzan Zengin tutuklanmasının üzerinden henüz daha 5 ay gibi bir süre geçmişken kamuoyuna yazdığı mektubunda şöyle sesleniyordu:

‘’ Burada yaşanan en ciddi sorunlardan biri sağlık sorunudur.
Ciddi bir rahatsızlık durumunda, hastane sevki 6-7 ay, hatta daha uzun sürebiliyor. Revir doktorunun yazdığı ilaçlar, tetkik yapılamadığı için, genelde doğru teşhise dayalı olmuyor/olamıyor.
Ben 51 yaşındayım ve geçirdiğim bir ameliyata bağlı olarak, hızlı kemik erimesi ve ülser, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi daha bir dizi, düzenli ilaç almamı gerektiren rahatsızlıklarım var. Bazı tetkiklerimin belli aralıklarla yapılması gerekiyor. Tabii bunları şu sıralar tutuklu olmam nedeniyle yaptıramıyorum. Benim dışımda da bir çok tutuklu arkadaşın tedavi ettiremedikleri ciddi hastalıkları var.
Genelde buranın durumunu ve özelde ise kendi durumumu kısaca aktarmaya çalıştım.
Şunu da hemen belirtmek istiyorum ki; karşı karşıya kaldığım bu durum beni hiçte şaşırtmış değil
.’’

Evet, Suzan Zengin bu duruma ‘hiçte şaşırmıyor’ çünkü gözaltına alınma ile başlayan süreç belli ki, muhalif basın-yayın çalışanlarını etkisiz hale getirmek ve gözdağı vermek amaçlıydı. Yine Suzan Zengin’in deyimiyle ‘’Tutuklanmak için kanıt istemez, muhalif olmak kafi’’ idi. Suzan Zengin’de muhalif bir gazeteci olduğu için tutuklanmıştı.

Yine Suzan Zengin tutuklanmasının üzerinden 11 ay sonra kamuoyuna yazdığı mektubunda:

‘’Ben 51 yaşındayım ve hipertansiyon, hızlı kemik erimesi, ülser vb. kronik hastalıklarım var. Bunların düzenli olarak yapılması gereken, tahlil-tetkik de dâhil tedavisine dönük koşullar da, hapishane ortamında ortadan kalkmıştır.

Ancak hapishanede olup da tedavisi engellenen bir tek ben olmadığımı da vurgulamalıyım. Hapishanelerde kanser vb. ciddi hastalıkları olan çok sayıda insanın olduğu bilinmektedir. Ve bu insanların aslında hapishanede yaşama koşulu yoktur.

“Başı dişi” ağrıyan “paşaları” tutuklanmalarının hemen ardından “sağlığı hapishanede kalmaya elverişli değil” diyerek salıverenler, tam teşekküllü hastanelerde ağırlayanlar, söz konusu sistem muhalifleri olduğunda, körleri-sağırları oynamaktadır.

Komplocu bir yöntemle, hukuksuz ve keyfi olarak tutuklanmamı kamuoyunda teşhir etmeyi sürdürürken, önemli bir soruna, hapishanelerdeki sağlık sorununu da dikkat çekmek istedim.’’

Suzan Zengin 31 Ağustos 2011’de tutuklandıktan sonra konulduğu Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde 2 yıla yakın bir süre tutuklu kaldı. Bu süre içerisinde bir kez olsun tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilerek tahlil ve tetkikleri yaptırılmadı. Uzun uğraşlar sonucu yapılan Hastane sevklerinde ise muayene sırasında askerlerin gözü önünde muayene olmayı reddettiği için muayene ve tedavi olamadan saatlerce ring aracının içinde bekletilerek gerisin geriye getirildi. Bu durum zaman zaman basına da yansıtıldı. Hatta Suzan Zengin sağlık sorunlarıyla ilgili defalarca suç duyurusunda bulundu, fakat bir sonuç alamadı.

Hapishanede en son yüzünde ortaya çıkan bir et beni iltihaplanmış ve hem bunun altında ve hem de ağız içi damakta birer kist oluşmuştu. Ortaya çıkan bu rahatsızlık için aylarca sadece antibiyotik verilerek vücut direnci çökertilmiş, 10 dakikalık bir operasyon için bile hastaneye sevki aylar alabilmiştir. Abartısız 6 ay boyunca ağrı kesici ve antibiyotik dışında bir tedavi uygulanmamıştır. Hastane sevki defalarca çeşitli bahanelerle (‘Ring yok’, ‘Personel yok’ vb.) engellenmiştir.(Neredeyse 4 ay sonra yüzdeki kist alınmış, ağızdaki kist ancak tahliye olduktan bir süre sonra alınabilmişti.)

Biz ailesi olarak tek ümidimiz ve tesellimiz bir an önce tahliye olması ve gerekli tedavisinin gecikmeksizin başlamasıydı. Suzan Nihayet 14 Haziran 2011’de tahliye edildi. Tahliyesine çok sevinmiştik. O’nu sevgimizle sarmalayıp eski sağlığını kazanması için ne gerekiyorsa yapacaktık. Ancak Suzan tahliye olduğunda çok bitkin ve halsizdi. Uzun süre ayakta kalamıyordu. Yürümekte zorlanıyor, çabuk yoruluyordu. Biz hala geç kalındığının farkında değildik.

Suzan hemen TOHAV’a başvurarak hastalıklarının tedavisine başladı. Öncelikle ağızdaki kisti halletmesi gerekiyordu ve oradan başladı. Sonrasında kolesterol ve yüksek tansiyonunu dengelemekle uğraştı. Yüksek tansiyonu dengelemek iki aya yakın bir zamanını aldı. Hemen her gün hastanelerde geçiyordu zamanı. Yine de günlük aktivitelerden geri durmuyordu. Nerede bir hak ihlali varsa orada olmaya özen gösteriyor, özellikle hasta tutsakların sesi olmaya, onların sorunlarını kamuoyuna taşımaya özel bir önem veriyordu. Eline her mikrofonu aldığında hasta tutsakların içinde bulunduğu duruma mutlaka vurgu yapıyordu.

Tahliyesi sonrası geçen 3 ay süresince bir yandan sağlık sorunları ile boğuşurken bir yandan da hapishanede çevirisini yaptığı ‘’1. Dünya Savaşında Anadolu Hırıstiyanlarının Sürgün, Kıyım ve Tasfiyesi’’ adlı kitabın el yazılarını bilgisayarda tape yapıyordu.

Ağustos ayı ortalarında yapılan muayene ve tetkiklerden Yüksek tansiyona bağlı aort damarında tehlikeli boyuta ulaşmış bir genişleme tespit edildi. Uzun süre tansiyonun kontrol altına alınmaması sonucu ortaya çıkan bu durum Suzan için doktorların tanımına göre ‘’pimi çekilmiş bir bomba’’ durumuna gelmişti. ‘’Nerede patlayacağı belli olmaz, bir an önce ameliyat olması gerekir, bırakalım herhangi bir yeri, hastane içinde bile olsa damarın yırtılması durumunda kurtulma şansı çok zayıf’’ denildi ve çaresiz Suzan ameliyat olmaya karar verdi. 19 Eylül’de Koşuyolu Kalp-Damar Yüksek İhtisas Hastanesine yattı ve 26 Eylül’de ameliyat oldu ve ameliyat sonrası bir daha uyanamadı, 17 günlük yaşam savaşının ardından 12 Ekim 2011 akşamı saat 10’da yaşamını yitirdi. 52 yıllık bir yaşam

Şimdi bizden bu ölümün doğal bir ölüm olduğuna nasıl inanmamızı isteyebilirler. Bu apaçık bir hukuk cinayeti değil de nedir? Bu insan tutuklandığı andan itibaren bas bas bağırıyor, ‘’hastayım’’ diyor, ‘’tedavi olmam gerek’’ diyor, ‘’Hiç değilse ilaçlarımı düzenli olarak kullanayım, siz vermiyorsanız, ailem dışarıdan alsın getirsin, buna izin verin’’ diyor ve bunların hiçbirine kulak verilmiyor, hastalığının ilerlediği anlaşıldığında serbest bırakılıyor ve tüm çabalarımız Suzan Zengin’i yaşatmaya yetmiyor.

Polisin komplosuyla başlayan, mahkemenin keyfi tutuklamasıyla devam eden ve Cezaevi idaresinin bilinçli bir şekilde tedavisini engellemesiyle Suzan Zengin göz göre göre katledilmiştir. Bu katliamın sorumluları Polis- Mahkeme ve Hapishane üçlüsüdür.

3 Kasım 2011’deki duruşmada Mahkeme Heyeti Suzan Zengin’i adını hiç anmadı. Sanki bu davanın sanıkları arasında böyle birisi hiç olmamıştı. Heyet telaşlıydı. Duruşmayı büyük bir süratle bitirdi. Dışarıda Suzan Zengin’le ilgili Basın Açıklaması yapılıyordu, basın açıklaması henüz bitirilmişti ki, duruşma da bitirildi ve heyet duruşmayı 6 Mart 2012’ye erteledi.

6 Mart 2012 de 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada ne yazık ki Suzan Zengin yine olamayacak ve Mahkeme heyeti Suzan ile ilgili bir karar verecek.

Avukatına göre Mahkeme Heyeti Suzan Zengin’in davasını düşürecek.

Mahkeme, Suzan Zengin’le ilgili vereceği bu kararıyla bir hayata mal olan sorumluluklarından da kurtulmuş mu olacak? Suzan Zengin bu yargılanmanın sonucunda büyük ihtimalle beraat edecekti. Bu hayatı

O’na kim geri verecek?

14 Şubat 2012 Salı

HEPİMİZ BİRER MEHMET ÖZER’İZ…

Memleketin hâli hâl değil! Korkunun egemenliği için birilerini korkutmakla mükellef “adalet(sizlik)” ve “hukuk(suzluk)” yine tam istim çalış(tırıl)ıyor… “Paranoid şizofren” özellikleriyle bir çılgınlığın “kâbus”unu andıran fütursuzluk, ona “Evet” demeyen, teslim olmayan herkesi “terör örgütüne yardım ve destek”ten içeri
alıyor…
Bugün sıra, hepimizin vicdanı ve Ankara’nın en muhalif gür sesi Mehmet Özer kardeşimizdeydi…
Egemenler hepimizi korkutup, sindirmek ve bu zulme “alıştırmak” isterken, bizim onlara vereceğimiz yanıt, “Hayır alışmıyoruz! Çünkü hepimiz Mehmet Özer’iz…” olacaktır…
Çünkü Mehmet Özer hepimize cesaretinizi toplayıp, “Başka türlü olabilir” dedirten bir cüret ve kararlılıktır…
Sahtekârlığa, teslimiyete boyun bükenlere, susanlara, korkunun egemenliğine sığınanlara bir yanıttır…
Hepimize “Asla korkmayın!” diye seslenen Mehmet Özer’in devrimci duruşu, “Yaşama karşı sorumluluğumuz daha yücesini yaratmaktır. Daha alçağını değil,” diyen Friedrich Nietzsche’nin
sözlerini anımsatır!
El özet O eşkıyadır, isyancılarladır… Celalidir…
Yoldaşımız, kardeşimizdir…
Mehmet Özer, egemenler tarafından neyle “suçlanırsa suçlansın”; O, hepimizin yüz akıdır…
O, bir insan hakları militanı ve İHD Ankara şube yöneticidir…
O, bir Devrimci 78’li…
O, enternasyonalist bir sosyalist…
O, bir aydın ve fotoğrafçıdır…
Ama bunların ötesinde o insan gibi bir insandır…
“11. Tez”ci Mehmet Özer, fotoğraf makinesiyle yaşananları kaydederek, ezilenlerin tarihini biriktirir.
Bir başka yaşamın mümkün olduğundan, bunun düş olmadığından asla şüphesi olmayan Mehmet Özer militan bir aydındır…
Eleştiri ve itirazla ilişkisi çok zayıf olan toplumumuzda, eleştiri ve itirazın sınırsız özgürlüğünden
vazgeçmeyen, bunun diyetini de ödeyen O; görmeyi, anlamayı, değerlendirmeyi, biriktirmeyi, seçmeyi, yaratmayı, harekete geçmeyi önerir; statükocu tutuculuğa tutunanlara inat…
Böyle (aydın) olmanın maliyeti, elbette çok yüksektir. Şimdi Mehmet Özer’e ödetilen de budur…
Ancak O, zorunlusu olduğu risklerinden çekinmez! Çünkü “İnsan, her şeyin ölçüsüdür,” Onun hikâyesinde Protagoras’ın dediği üzere…
Bu, Mehmet Özer’in vicdani seçimidir; insan olmanın ahlâkıdır. Yani akıntıya karşı ısrarla kürek çeken Onun vicdanı susturulamaz… “Çaresizlik” yalanına; “ürkütülmüş insan sendromu”na
“Hayır” der! Bu Onun için aslî bir tercihtir. Mehmet Özer’i var eden de budur…
Kolay mı? Dostun da düşmanın da bildiği gibi O, Celali umutların isyancılığı; kaderciliği, biatı,
yani insanı insan olmaktan çıkartan olumsuzlukları reddedendir.
İçten, coşkulu bir çocuktur; avaz avaza “Kral çıplak” diye haykırır…
Mehmet Özer’i bunlardan dolayı tutukladılar…
Burada bir kere daha haykıralım: Umuttur Onun cesareti ve asla teslim alınamaz…
Umuda düşman tekçi iktidarlar, eleştirel sesleri kısıp, ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar, zorbalığa Mehmet Özer gibi itirazımız sürecektir…
Unutulmasın: Zorbalığa sessiz kalmak onu yüceltmekten başka bir şey değildir.
Söylenmesi gerekenin söylenmesi, onun sahipsiz kalmamasının da güvencesidir.
Koşullar ne olursa olsun, vicdanı(mızı)n sesine sonuna kadar kulak vereceğiz.
Çünkü hepimiz birer Mehmet Özer’iz…

ÇHD, İHD Ankara Şube, Düşünceye Özgürlük Girişimi, Ankara Aydın Sanatçı Girişimi, Devrimci 78’liler Federasyonu, Pir Sultan Abdal Derneği, AKA-DER
(13 Şubat 2012)

Destek için İmza Formu İmza Listesi

8 Şubat 2012 Çarşamba

RAGIP ZARAKOLU KİTAPLARIYLA BULUŞSUN…

Dört aya yakın bir zaman oldu. Düşünce özgürlüğünün yılmaz savaşçısı, yazar, yayıncı, Ragıp Zarakolu hâlâ Kocaeli F-Tipi’nde. Oğlu Deniz’le birlikte… Her ikisi de KCK kovuşturmaları kapsamında tutuklanan baba-oğul Zarakolu’ların ne zaman hâkim karşısına çıkartılacakları dahi belli olmadı daha… Tıpkı öteki “düşünce suçluları” gibi.

Ragıp’ın tutuklanması yalnız Türkiye’de değil, Uluslararası düzlemde büyük tepki uyandırdı. Sınır Tanımayan Gazeteciler, Avrupa Gazeteciler Federasyonu, Uluslararası Af Örgütü, Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı, Uluslararası Yayıncılar Birliği, Uluslararası Basın Enstitüsü, PEN, örgütleri tutuklama kararına ser tepki gösterirken, Britanya parlamentosu önünde protesto gösterileri düzenlendi; iki savcı ABD dışişleri bakanına Ragıp Zarakolu için mektup yazdı… Tepkiler, çoğalarak sürüyor.

İktidar ise tüm bu tepkiler, protestolar karşısında “üç maymun”u oynamayı sürdürmekte: görmüyorlar, duymuyorlar, konuşmuyorlar. Müphem ve muğlak bir “KCK soruşturmaları kapsamı” dışında, Ragıp Zarakolu’nun neden, hangi somut kanıtlar ve gerekçelerle
“içeride” olduğu dahi açıklanmış değil…

Bu durum böyle süremez! Biz sustukça Türkiye başta Kürt illeri olmak üzere 770 bin
kilometre karelik bir cezaevine dönüşüyor. Biz sustukça Kafka’nın Dava’sı hergün yeniden ve yeniden yazılıyor, yaşanıyor bu ülkede.

Biz Ragıp’ın dostları, yoldaşları, haykırıyoruz: “Artık yeter!”

Bu ülkenin dönüp dolaşıp yazarları, öğretmenleri, öğrencileri, akademisyenleri, siyasetçileri demir parmaklıklar ardında, kitapları yasaklı, basını otosansürlü, alacakaranlıklara mahkûm kılınmasına Artık Yeter!

“Kitaplarıma kavuşmak istiyorum,” diyor Ragıp kapatıldığı F-Tipi’nden…
Onu kitaplarıyla buluşturmaya azimliyiz.

O ne ile suçlanıyorsa, “suç”na ortak olduğumuzu ilan etmekten onur duyuyor ve
herkesi bu çabaya destek vermeye çağırıyoruz.

Destek için İmza Formu İmza Listesi

Ragıp Zarakolu ile Dayanışma Gecesi


15 Ocak 2012 Pazar

Kolombiyalı Devrimci Julian Conrado Serbest bırakılsın...


Sayin Hugo Chávez Frías,
Bolivarci Venezuella Cumhuriyeti Baskani.
Sosyalist bir toplum insasi yolunda kendi kaderini tayin etmek icin devrimci mucadele veren size ve Venezuella halkina dayanismaci selamimizi iletiyoruz.
Bolivarci devrimi bu uzak topraklardan dikkatle izlerken, su an Venezuella’da aylardir gozaltinda tutulan Kolombiya’li devrimci sanatci Julian Conrado’nin serbest birakilmasi talebini buradan destekledigimizi ifade etmek istiyoruz.
Bircok insan gibi biz de, bu devrimci sanatcinin tutuklanmasinin ve sonrasinda emperyalist yardakcisi Kolombiya hukumetine teslim edilme kararinin, gezegenimizde adalet ve yoksul halklarin cikarlari icin mucadele eden ilerici guclerin arzu ve istklerine vurulmus bir darbe olacagini dusunuyoruz.
Julian Conrado’nun serbest birakilmasi, Venezuella’nin mucadele eden halklarla uluslararasi dayanismada ve insan haklarina saygida bir ornek ve oncu olma durumunu tekrar kazanmasina yonelik bir adim olacaktir.
2012 yilinin en iyi basarilara vesile olmasi dileğiyle, selamlar.


Compañero Hugo Chávez Frías.
Presidente de la República Bolivariana de Venezuela.-
Llegue a usted un saludo solidario, extensivo al pueblo venezolano en lucha revolucionaria por conquistar la autodeterminación como pueblo en el camino de la construcción de la sociedad socialista.
Desde estas lejanas tierras y atentos siempre al transcurrir de la Revolución Bolivariana, queremos expresarle nuestra adhesión a la solicitud de libertad para el cantante revolucionario colombiano Julián Conrado. Como muchos, creemos que su detención y posterior entrega al gobierno colombiano, caraterizado por su actitud proimperial, sería un golpe a los deseos y anhelos de las fuerzas progresistas del planeta, comprometidas con la defensa de la justicia y el bienestar de los pobres.
La libertad de Julián Conrado, significaría en la práctica la reiteración de que Venezuela es ejemplo y vanguardia en el mundo del respeto a los derechos humanos y de la solidaridad internacional con los pueblos en lucha.
Sin más por el momento y deseándole el mejor de los éxitos en el año 2012, nos despedimos.

TURQUIA (TURKIYE) / DICIEMBRE / 2011 ARALIK 2011

Sibel Özbudun
Temel Demirer
Sait Çetinoğlu
Fatime Akalın
ismail beşikci
fikret başkaya
Pınar Ömeroğlu
Serdar Koçman
Mahmut Konuk
Attila Tuygan
Ahmet Önal
Muzaffer Erdoğdu
Oktay Etiman
Ramazan Gezgin
Hüseyin Gevher
Metin Uzunöz
recep maraşlı
Mehmet Özer
Bülent Tekin
zeynep tozduman
mustafa kahya
yılmaz demiral
hüseyin taka
huriye şahin
sorun yayınları kollektifi

Destek için İmza Formu İmza Listesi

11 Ocak 2012 Çarşamba

HAYAT BORCUN VAR MI BİZE ?


uludere6


Ne gurbet ne bahar
Ölüm zamanı Uludere
Sustuk duyun diye
Konuşamaz ölü çocuklar
Suskun kederli yüzlerimizle,eşitiz artık
Yoksulluğunu bilmez ölü çocuklar.
Ve hayat tuzaktır bize
Hangi Dağ Hangi Deniz Saklar bu sırrı
Adında saklı hayatı bir Mahsun
Gurbet değil ölüm ayırdı bizi,
Bir strana sığar ömrümüz,
Yasak türkülerin büyümeyen çocuklarıyız
Hevsel Bahçelerinde uçurtmalarımız
Ne gurbet ne bahar
Veda zamanı bozkırlarda
Vurulmuş bir Cemal’im
Hatmi Çiçeği eteklerinde
Çiceklerin arasına sakladı yüzümü annem
Veda öpücüğü parçalı yüzümde
Kar çiçeklerine, Nisan yağmurlarına
Mayıs günlerine değdi yüzüm.
Zemheride vurulan çocuklarıyız bu ülkenin
Hayat borcun var mı bize !
Emrinde değiliz artık.
“ENCÜ ÇOCUKLAR “

Bu acıların bir daha yaşanmaması için,
Çocukların yaşam hakkı için,
Uludere Katliamı sorumlularının cezalandırılmasını istiyoruz.
Unutmayacağız !
Unutturmamak için susmayacağız


Nurgül ÇETİNKAYA
Sibel Özbudun
Temel Demirer
Sait Çetinoğlu
Mahmut Konuk
Ramazan Gezgin
Fatime Akalın
Attila Tuygan
Ahmet Önal
Muzaffer Erdoğdu
Sabri Atman
Feyyaz Kerimo
Altan Açıkdilli
Mehmet Özer
Hüseyin Gevher
Aykan Erden
Bülent Tekin
Fatin Kanat
Recep Maraşlı
Pınar Ömeroğlu
Serdar Koçman
Nalan Temeltaş
Oktay Etiman

Murat Kuseyri

Necmettin Salaz

Bora Balcı

Destek için İmza Formu İmza Listesi